Cevâb: Yerlerin, göklerin yokdan var edilmesi, mu’cizeden dahâ çok şaşılacak şeydir. Ba’zı şeylerin tabî’at kanûnlarının dışında hâsıl olamaması, bu kanûnların dışında, hârika şeylerin hâsıl olamıyacağını bildirmez. Peygamberlerden ve Evliyâdan, asrlar boyunca hârikalar hâsıl olmuşdur. Aklı olan, bu olayları inkâr edemez. Mu’cize, Peygamberin doğru söylediğini göstermek içindir. Mu’cizenin hârika olması lâzımdır. Tabî’at kanûnlarına uygun olarak yapılan şey, mu’cize olmaz.
12 — Mu’cize, Peygamberin doğru söylediğini gösteremez. Çünki, mu’cizeyi Allah mı yaratıyor, yoksa Peygamber kendisi mi yapıyor, belli değildir. Sihr de, hârika işdir. Sihre, tılsıma siz de inanıyorsunuz.
Cevâb: Aklın çeşidli ihtimâller ileri sürmesi, ya’nî hipotez [Faraziyye] ve teori [Nazariyye]ler, his organları ile veyâ tecribe ile hâsıl olan bilgiyi çürütmez. Belli bir cismin hâsıl olması, bunun yokluğunu düşünmemize mâni’ olmaz. Herşeyin var olmasına te’sîr eden yalnız Allahü teâlâdır. Bunu yukarıda bildirdik. Ya’nî mu’cizeyi yaratan Allahü teâlâdır. Peygamber değildir. Sihr, tılsım, başkaları yapamasa da, denizin yarılması, ölünün dirilmesi, körün gözlerinin açılması, tabîbin ümmîd kalmadı dediği hastanın iyi olması gibi, hârika şeyler değildirler. Bunun için, hârika olan mu’cize ile karışdırılmazlar.
13 — Mu’cizenin varlığı, yâ görmekle veyâ tevâtür hâlindeki haberleri, ya’nî gören çok kimsenin söylediklerini işitmekle olur. Haber tevâtür olsa da, ilm olamaz. Bunun için, mu’cizeyi görmiyenler, Peygamberi bilmezler. Çünki, tevâtürle ya’nî çoğunlukla haber verenler arasında yalancı bulunabilir.
Cevâb: Dünyâ işlerinin çoğunda, tevâtür ile [ya’nî çok kimsenin haber vermesi ile] gelen haberlere inanılmakdadır. Meselâ, herkes Delhi şehrinin bulunduğuna, yer küresinin aydan büyük, güneşden küçük olduğuna ve meselâ Fâtih sultân Muhammedin İstanbulu rumlardan aldığına, işitmekle inanmakdadırlar.
14 — Dinleri inceledik. Akla ve fenne uymıyan şeyler bulduk. Bundan da, Allah tarafından gönderilmiş olmadıklarını anladık. Meselâ hayvan kesmek, yimek için, onun canını yakmanın câiz olması böyledir. Belli zemânlarda oruc tutmak, ya’nî yimenin içmenin yasak edilmesi, ba’zı lezzetli gıdâları yimenin, içmenin yasak edilmesi, ba’zı yerleri ziyâret için, sıkıntılı yolculukların emr edilmesi, deliler ve çocuklar gibi sa’y ve tavâf yapılması, hedefsiz taş atılması, kıymetsiz bir taşın öpülmesi, hür çirkin kadına bakmanın harâm, güzel câriyelere bakmanın câiz olması bunlardandır.
Cevâb: Akl, iyiyi, kötüyü anlıyabilirse de ve Allahü teâlânın, kullarına fâideli olan şeyleri emr etmesi lâzımdır desek bile, aklın süâlde bildirilen şeylerin fâidelerini anlıyamadığı meydândadır. Aklın anlıyamaması, fâidesiz olduğunu göstermez. Bu fâideleri, Allahü teâlâ bildiği için emr etmişdir. Aklın anlıyamadığı çok şey vardır ki, bunların Peygamberlik kuvveti ile anlaşıldığı yukarıda bildirildi. İkinci makalenin baş tarafında, bunu dahâ açıklıyacağız.
Hak tecellî eyleyince, her işi âsân eder.
Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsân eder.