Yine Serhendden geçerken, gördüm ki, göklere kadar yükselen bir meş’ale yanmış, şarkdan garba kadar bütün dünyâ, bu meş’alenin ışığından aydınlanıyordu. Bu meş’alenin ziyâsının gitdikçe artdığını, birçok insanların bundan kendi mumlarını yakdıklarını müşâhede etdim. Bu rü’yâyı, sizin dünyâya geleceğinize bir müjdeci, bir işâret biliyorum).
Hâce Bâkî-billâh “kuddise sirruh”, imâm-ı Rabbânîyi “kaddesallahü sirrehül’azîz” mutlak icâzet ile Serhend şehrine gönderirken, kendisi makâmından çekilip, bütün talebesinin, hattâ kendi oğullarının terbiyesini ve yetişmesini Ona havâle eyledi ve (Ahmed, bizim gibi binlerce yıldızı örten bir güneşdir. Bu ümmetde onun gibi ancak iki üç dâne vardır. Şimdi ise, gök kubbe altında, onun gibisi yokdur. Kendimi onun tufeylîsi [talebesi] biliyorum. Onun ma’rifetinin hepsi doğru ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” beğendiği şekldedir) buyurdu. Hattâ, diğer talebeleri gibi, hocası da, feyzlenmek ve nûrlanmak için, onun sohbetine devâm ederdi.
İmâm-ı Rabbânî, yüksek derecelere ve eşsiz makâmlara kavuşmuş olarak Serhende gelip, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak isteyenleri yetişdirmekle meşgûl oldu. İrşâd sesleri dünyâya yayıldı. Hidâyet âvâzları, kalbleri behâr gibi yapıp, nice yenilikler, yeşillikler, zuhûra geldi. Kutb-ül-aktâb davulu, onun ismiyle çalındı. Vilâyet derecelerine kavuşmak, onun bir iltifâtı ile nasîb oluyordu. Ebdâller ve Evtâdler, onun huzûruna koşdu. Vilâyet nûrları, kerâmet bereketleri, dil ile anlatılacak, yazı ile bildirilecek cinsden değildir. Dalâlet ve şaşkınlık sahrâsında kalanlar, onun sohbetinde hidâyete kavuşdu.
Uzaklık denizinde boğulmak üzere olanlar, yakınlık sâhiline, onun bir iltifâtı ile erişdi. Hakîkat ve ma’rifet tâlibleri, karınca gibi etrâfına üşüşdü. Sultânlar, kumandânlar ve vâlîler, pervâne gibi bu hidâyet kaynağının ışığı ile aydınlandı. Huzûrunda, talebeye nisân yağmuru gibi gelen feyzlere, yedi kat gökdeki melekler gıbta eder oldu. Her tarafda, âlimler ve fâdıllar, onun büyüklüğünü, kerâmetlerini işiterek, vilâyet saçan kapısının eşiğine yüz sürmek için acele etdiler. İnsanı Allahü teâlâya yaklaşdıran teveccühleri ve nazarları bereketi ile, huzûra, nûra ve hiç uğraşmadan müşâhedeye ve çile çıkarmadan, tevhîde kavuşdular. Vahdet denizine dalmadan, ehâdiyyet deryâsında yok olmaları, hiç zahmetsiz hâsıl oldu. Kesretde vahdetin müşâhedesi, muhabbet cezbeleri ile gönül ma’rifetleri, küçük bir iltifâtlarının semeresi oldu. Ahrâriyye nisbeti yeniden kuvvetlendi. Hattâ onun bereketli gayretleri ile bütün dünyâya yayıldı. O zemâna kadar bilinen sülûk ve cezbenin ötesinde, başka nisbetler ele geçdi.