Bundan, cevâb verenlerin çok kişi olduğu anlaşılıyor. Burada, yalnız hazret-i Ömeri “radıyallahü teâlâ anh” dile alıp, onu kötülemeğe kalkışmak, doğru değildir. Eğer dil uzatmak denilirse, orada bulunanların, hepsini kötülemek lâzım olur. Bunların arasında Alî ve Abbâs “radıyallahü anhümâ” da vardır. Bunlar da, kötülenmiş olur. Burada, Şî’îler hazret-i Alî ile Abbâsı nasıl savunurlarsa, biz de, hazret-i Ömeri öyle savunuruz.
Gadîr-i Humda söylenilen hutbeyi, hadîs âlimleri başka başka bildiriyor. Her ne olursa olsun, bu hutbe, sizi haklı çıkarmaz. Bundan başka, Mâide sûresinin (Rabbinden sana indirilen emrleri bildir! Bunu yapmazsan, Peygamberlik vazîfesini yapmamış olursun! Allahü teâlâ, seni insânlardan korur), meâlindeki yetmişinci âyeti Gadîr-i Humda geldi demeniz de yanlışdır. Çünki, bu sözünüz, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (hâşâ) Allahü teâlânın emrini eshâbına bildirmediğini düşündürür. Bu hutbede, bu emri bildirmek istemediği ve bundan dolayı, Allahü teâlânın, kendisini afv etmesini, Cebrâîl “aleyhisselâm”dan dilediğine göre, bu emri yapmakda eshâbından çekindiği anlaşılır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin bu gibi şeylerden ma’sûm olduğu şübhesizdir.
İkinci olarak deriz ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefâtına yakın olan bu hutbesine kadar, Allahü teâlânın Onu, insanlardan korumadığını ortaya koyar. Hâlbuki, Allahü teâlânın Habîbini koruduğu, bu hutbesinden çok önce biliniyordu. Bu sözünüz bilinen bir şeye uymadığı için de, yanlış oluyor.
Üçüncü olarak deriz ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” o güne kadar kâfirlerden korkmakda olduğu ve Eshâb-ı kirâmdan da, kâfirler gibi korkduğu anlaşılır. Hâlbuki, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” efendilerimizin kendi canlarını, ana babalarını Resûlullahın uğrunda fedâ etmekden hiçbir zemân çekinmedikleri, çeşidli haberler ile bilinmekdedir. Bunların, kâfirler gibi Resûlullahı korkutmak için toplanmaları akla da, din bilgilerine de uyacak birşey değildir. Resûlullah efendimizin, ilk zemânlarında, yalnız olduğu ve karşı gelenlerin ve Kureyş kâfirlerinin, zulmlerinin pekçok olduğu anlarda, hiç korkmadan, çekinmeden (Emr olunanları bildir!) âyet-i kerîmesine uymakda, kahramanca nasıl uğraşdığı bilindiği hâlde, Mekke alındıkdan, her yerden bölük bölük gelip müslimân olanlar çoğaldıkdan ve Hâşim oğulları ile Abdülmuttalib oğulları gibi pehlivanların hepsi müslimân oldukdan sonra ve (İzâcâe) sûresi ile fethler, zaferler müjdelendikden sonra, Gadîr vak’ası zemânında, Muhâcirlerin ve Ensârın topluluğunda ve Hâşim oğullarının çok bulunduğu anda, Allahın emrlerini bildiremiyecek kadar korku gösterdiğini söylemek, üstün sıfatlarla süslenmiş olan o Nebiyy-i muhtereme yakışmıyacak, çok çirkin, çok iğrenç bir iftirâ olur.