Âhıretin varlığını, ilâhî kitâblar, mu’cizeleri görülen Peygamberler haber vermekde ve akl-ı selîm, ilm ve fen, bunu red edememekdedir. Bu sapık câhilin sözü ise, yalnız hissî, inâdî bir saçmalamadır. Hiçbir habercisi olmadığı gibi, ilmî, fennî bir dayanağı da yokdur. Âhıretin varlığına inanmak, cem’iyyetlerde, memleketlerde; nizâma, adâlete, sevişmeğe, birleşmeğe sebeb olmakdadır. İnanmamak ise, serserîliğe, başı boşluğa, mes’ûliyyet hissinin gitmesine, menfe’at düşkünlüğüne, ayrılığa, düşmanlığa yol açmakdadır. Fâideli şeye inanmak elbette iyidir. Senedsiz, dayanaksız ve fâidesiz şeyden kaçınmak ise, akla uygun ve lâzımdır. İslâmiyyet, istismâr edilmeği, hakkını aramamağı red eder. İstismârcılık günâh olduğu gibi, kendisine zarar verilmesine râzı olmak da, câiz değildir. İslâmiyyetde, câhillik, tenbellik, hakkını aramamak, aldanmak özr değildir, suçdur. (Zararına râzı olana acınmaz) sözü meşhûrdur. İslâmiyyetde istismârcılık nasıl olur? İlmi ve vicdânı olan, bunu nasıl söyliyebilir? Bunu söyliyen câhil, kul hakkını bildiren âyet-i kerîmeleri ve çeşidli hadîs-i şerîfleri acabâ hiç duymamış mı? Bilmemesi, duymaması kendisine özr olmaz!
4— (Doğu, dîne gömülüp afyonlaşmış, uyuşuk olmuş, îmân sâhibi olmak, esîrlik imiş.)
Cevâb: İslâmiyyetin, aktif, çalışkan, âdil, kahramân milletler meydâna getirdiğini ve Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, her târîh okuyan açıkça görür. Bunu gösteren binlerle misâl, milyonlarla kitâb meydândadır. Ne yazık ki, kör olan, güneşi görmez. Körün görmemesi, güneş için bir kusûr olur mu? Dost, düşman bütün akl ve kültür sâhiblerinin hayran kaldığı bu yüce dîne, se’âdet ve medeniyyet kaynağına, bir câhilin, bir aldanmışın dil uzatmasının ne kıymeti vardır? Söz ve yazı, sâhibinin aynasıdır. Çok kimse, düşmanına kızdığı zemân, onda kendindeki kötülüklerin bulunduğunu söyler. Her kabdan, içinde bulunan sızar. Alçak olanın sözleri ve kelimeleri de, kendi gibi olur. O çirkin sözlerin karşısında kalanlar, pisliğe düşen pırlantaya benzer. Bir kötü kimsenin islâmiyyete saldırmasına şaşılmaz. Bu yersiz ve saçma iftirâları doğru sanıp, aldanarak felâkete düşenlere şaşılır. Bu iftirâlara cevâb vermeğe değmez. Kör olana, güneşin varlığını anlatmağa uğraşılmaz. Safrası, karaciğeri bozuk olana, şekerin tatlı olduğunu anlatmak fâide vermez. Bozuk, habis rûhlara kemâlât, üstünlükler anlatılamaz. Bunlara cevâb vermek, başkalarının bunlara aldanmasını önlemek içindir. İlâc, hastaları ölümden korumak içindir. Ölüleri diriltmek için değildir.
İslâmiyyetin, medeniyyete ışık tutduğunu öven milyonlarca yazıdan ikisini bildirelim. Hem de kötülediği, beğenmediği doğudan değil, imrendiği batılılardan seçerek yazalım. Mocheim diyor ki, (Onuncu asrdan beri, Avrupada yayılan fen bilgilerinin, fizik, kimyâ, astronomi ve matematiğin, islâm mekteblerinden alındığı ve hele Endülüs müslimânlarının Avrupanın üstâdı oldukları muhakkakdır.