Kıyâmete yakın geleceği bildirilen Mehdînin bu olduğuna inanırlar.
Bunlardan başka olan fırkalar da, aşağı yukarı, bunlara benzemekdedir. Her biri doğru yoldan ayrılmış olup, zemânla değişmekde, ba’zıları doğru yola yaklaşmakda, bir kısmı da büsbütün azmakdadır.
[Bugün, Îrânda, bu bozuk fırkaların hemen hepsi, câhil halk arasında, vardır. Fekat, münevverler doğru kitâbları okuyarak, günden güne Ehl-i sünnetin hak sözüne yaklaşmakda olduğu da şükrânla görülmekdedir. Meselâ, 1333 hicrî güneş yılında [1954 mîlâdî yılda] Tahranda basılan, doktor Muhammed Mukremî, lugat kitâbında, (Hulefâ-i Râşidîn, Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân “radıyallahü anhüm” ve hazret-i Alî “kerremallahü vecheh”) demekdedir.]
Aklı başında olup, iyiyi kötüden ayırabilen bir kimse, yukarıdaki satırları okuyunca, şî’îler arasına karışmış olan bu fırkaların ne kadar uydurma ve bozuk olduklarını başka bir sened aramadan, hemen anlar. Akla, dîne uymıyan hayâlî inanışlar olduğu, hiçbir esâsa dayanmadığı meydândadır. Bu inanışda olan kimselerin, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin ehl-i beytini ve oniki imâmı seviyoruz demelerinin, ne kadar gülünç olduğu âşikârdır. Hayır, bunların sözü doğru olamaz. Çünki, o büyükler, aşırı taşkınca sevgi istemiyor ve lâf ile uyulmağı beğenmiyorlar. Hurûfîlerin Ehl-i beyti seviyoruz demeleri, Nasârânın [hıristiyanların] Îsâ “aleyhisselâm”ı seviyoruz demesine benzer. Taşkınca severek, Ona, ilâh diye tapınıyorlar. Hâlbuki, Îsâ “aleyhisselâm” böyle sevgi istemiyor. Nitekim, Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana şöyle buyurdu: (Yâ Alî! Senin hâlin Îsâ “aleyhisselâm”a benzer. Yehûdîler, Ona düşman oldu. Anasına çirkin iftirâ etdiler. Nasârâ da, aşırı sevdi. Onu, bulunamıyacağı dereceye çıkardılar).
Şimdi, insanların büyük sâhibi, hâkimi olan Allahü teâlânın yardımına sığınarak, o risâledeki çürük i’tirâzları cevâblandıralım.
1- Mâverâ’ünnehr âlimleri [Allahü teâlâ, onların çalışmasına bol bol mükâfat versin. Aral gölüne dökülen Seyhûn ve Ceyhûn nehrleri arasındaki geniş yerlere Mâverâ’ünnehr denir] diyor ki: