401

Kendi kendime düşündüm. Onların karşısında söylemekden çekinmek doğru olmaz. Fekat, sözlerimi, şâha değişdirerek bildireceklerinden korkulur. En iyisi, meclisde şâhın bulunmasını isterim. Necefe iki sâatlik yol kalmışdı. Biri gelip, (Ne duruyorsunuz? Şâh sizi bekliyor) dedi. Şâh, her müsâfirini, böyle yolda çağırır mı, dedim. Hayır. Senden başka kimseyi böyle acele istememişdir, dedi. Bu söz üzerine, kendime (Şâhın maksadı, İmâmiyye fırkasını zorla bana kabûl etdirmekdir. Beni sıkışdıracak, belki de zorlayacak. Fekat ben, ne aldanırım, ne de korkarım. Öldürüleceğimi bilsem, doğruyu söylemekden çekinmem. Müslimânlar iki kerre, çok sıkışdı. Birisi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtında idi. Bu zemân, Ebû Bekr-i Sıddîkradıyallahü anh” imdâda yetişip, ferâha kavuşdurdu. İkincisi, Hârûnürreşîdin oğlu halîfe Me’mûn [Anası câriye idi. 180 de tevellüd, 218 de vefât etdi. Mezârı Tarsusdadır.] Şî’î fırkasını severdi. Kur’ân-ı kerîme mahlûk derdi. Ahmed ibni Hanbel [164-241 Bağdâdda] “rahmetullahi aleyh” müslimânları bu fitneden kurtardı. Şimdi de, üçüncü fitnenin uyanmakda olduğu görülüyor. Benim kusûrum, duraklamam, bu fitnenin kıyâmete kadar uzamasına sebeb olur. Ya’nî, islâmın yükselmesi ve küçülmesi birer sebebe bağlıdır. Şimdi, bu fitnenin ortadan kalkmasına ben sebeb olacağım) dedim. Gayret ve sebât etmeğe karâr verdim. Ölümü bile gözüme aldım.

Karşıdan iki bayrak göründü. Yaklaşınca, saltanat çadırlarını gördüm. Şâhın çadırı, büyük, yedi direk üzerine kurulmuşdu. Binlerce nöbetçi asker vardı. Birisi bizi karşıladı. Ahmed pâşayı, beğleri ismleri ile sordu. Böyle tanıdık gibi sormasından şaşırdım. (Îrânın Osmânlı devletinde elçisi idim. Ahmed pâşa hazretlerine de hizmet etmişdim. Adım, Abdülkerîm beğdir) dedi. Dokuz kişi dahâ geldi. Bunlar gelince, Abdülkerîm beğ saygı ile kalkdı. Büyüklerden olduklarını anladım. Selâmlaşdık. Şâhın huzûruna buyurun! diyerek, büyük çadırın perdesini kaldırdılar. Bir aralıkdan geçip, şâhın odasına girdik. Nâdir şâh, beni görünce, yüksek sesle (Abdüllah efendi, merhabâ! İleri gel) dedi. On adım kadar ilerledik, tekrâr (ileri gel!) dedi. Dahâ gitdim. Aramızda iki-üç metre uzaklık kaldı. Oturuyordu. Uzun boylu olduğu anlaşılıyordu. Başında, boynunda, kolunda çok süslü şeridler vardı. Kibrli, gurûrlu idi. Yorgun, ihtiyâr görünüyordu. Sakalı siyâha boyanmış, ön dişleri düşmüşdü. Açık yay gibi kaşları ile gözleri pek güzeldi. Heybetli, fekat sevimli bir zât idi. Onu görünce, gönlümde korku kalmadı. Yine türkçe olarak (Ahmed hân ne hâlde, nasıldır?) dedi. İyidir, âfiyetdedir, dedim.

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.