İslâm devletlerinde had cezâlarını hâkimler dahî afv edemez. Had cezâsını îcâb eden suç işleyenlere, cezâları herkesin gözü önünde tatbîk edilir. Bu ağır cezâlara çarpdırılmak korkusundan, kimse bu suçları işlemez, işleyemez.
Şimdi birâz da hıristiyanların ellerindeki (Kitâb-ı mukaddes)i karışdıralım:
Matta İncîlinin 18. bâbının sekizinci âyetinde şöyle yazılıdır: (Îsâ dedi ki, Elin ve ayağın seni sürçtürürse, onu kes, kendinden at. Sana, topal veyâ çolak olarak hayâta girmek, iki el ve ayağın olarak ebedî ateşe atılmakdan dahâ iyidir.)
Tevrâtın (Hurûc) kitâbının 31. ci bâbının ondördüncü âyetinde, (rabbe mukaddes olan Cumartesi günü her kim iş işlerse, katl olunacakdır) denilmekdedir.
Demek oluyor ki, büyük günâh işleyenlerin elinin ve ayağının kesilmesinin uygun olduğu, Tevrât ve İncîlde yazılıdır.
Doktorun verdiği ilâc hastaya acı gelebilir. Onu fâidesiz, hattâ zararlı zannedebilir. Fekat, tabîbin ilmine güvenip de, ilâcı kullanınca, şifâ bulur. Kalb, rûh ve beden hastalıklarının mutlak tabîbi olan Allahü teâlâ da, hırsızlık hastalığına en te’sîrli ilâç olarak, hırsızın elinin kesilmesini emr eyledi. Her müslimân bu emri bilince ve birkaç hırsızın elinin kesildiği işitilince, korkudan kimsede hırsızlık huyu kalmaz. Hırsızlık hastalığı yok olur. İnsanlar malının çalınması üzüntüsünden ve çeşidli zararlardan kurtulur.
Kimsenin eli de kesilmez olur.
4—(İslâm dîni, insandan irâde kuvvetini almakda, her şeyi (Kader)e, (Kısmet)e bağlıyarak, insanları hiç bir şey yapmaz, tenbel ve âtıl bırakmakda) imiş.
Bu da, temâmiyle yanlış bir iddi’âdır. İslâm dîni insanlara dâimâ, çalışmak, aklını doğru kullanmak, her dürlü yeniliği öğrenmek, muvaffak olmak için her dürlü meşrû çâreye başvurmak ve hiç bir zemân yorulmamak ve usanmamak husûslarını emr etmekdedir. Allahü teâlâ, kullarından kendi işlerine, kâbiliyyetlerine göre karâr vermelerini ve bu işleri ona göre yapmalarını emr etmekdedir.
Kısmet kelimesinin ma’nâsı büsbütün başkadır. Bir müslimân ancak her hangi bir işde aklını kullandığı, her çâreye başvurduğu ve son derecede çalışdığı hâlde, bir başarıya ulaşamazsa, me’yûs olmamalı ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için münâsib gördüğü bir husûs olduğunu kabûl ederek, kısmetine râzı olmalıdır. Yoksa hiç bir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip ve ağzını havaya açarak kısmetini beklemek, islâmiyyetde yokdur.