Bunun için, mümkin olan mevcûd, kendi kendine var olamaz ve varlıkda duramaz. Ona bir kuvvet te’sîr etmeseydi, hep yoklukda kalırdı. Var olamazdı. Kendini var edemiyen, başka mümkinleri de elbette halk edemez, yaratamaz. Mümkini yaratanın, vâcib-ül-vücûd olması lâzımdır. Âlemin var olması, bunu yokdan var eden bir yaratıcının var olduğunu gösteriyor. Görülüyor ki, hâdis olmıyarak ve mümkin olmıyarak, ya’nî hep var olarak, bütün mümkinlerin tek yaratıcısı, ancak vâcib-ül-vücûddür. O kadîmdir. Ya’nî hep var idi. Vâcib-ül-vücûd demek, vücûdü başkasından olmayıp ancak kendindendir. Ya’nî kendi kendine hep vardır. Başkası tarafından yaratılmamışdır. Eğer böyle olmazsa, mümkin ve hâdis olması, başkası tarafından yaratılması lâzım olur. Bu ise, düşünülenin tersine olan bir netîcedir. Fârisîde (Hudâ) demek, kendi kendine hep olucu, ya’nî kadîm demekdir. [Kitâbımızın I. ci kısm, 6. cı maddesinde, 74.cü sahîfede, dahâ geniş bilgi vardır. Lütfen oradan da okuyunuz!]
Âlemlerin, şaşılacak bir nizâm içinde olduklarını görüyoruz. Fen, her sene bunların yenilerini bulmakdadır. Bu nizâmı yaratanın, (Hay) diri, (Âlim) bilici,(Kâdir) gücü yetici, (Mürîd) dileyici, (Semî) işitici, (Basîr) görücü,(Mütekellim) söyleyici ve (Hâlık) yaratıcı olması lâzımdır. Çünki, ölmek ve câhil olmak ve gücü yetmemek ve zorla yapmak, sağırlık ve körlük ve söyliyememek, birer kusûrdur, utanılacak şeylerdir. Bu kâinâtı, bu âlemi, bu nizâm üzere yaratanda ve yok olmakdan koruyanda, böyle kusûrlu sıfatların bulunması olacak şey değildir.
[Atomdan yıldızlara kadar her varlık birer hesâbla, kanûnla yaratılmışdır. Fizikde, kimyâda, astronomide ve biyolojide keşf edilebilen kanûnlardaki, bağlantılardaki nizâm, akllara hayret vermekdedir. Darwin bile, (Gözün yapısındaki nizâmı, incelikleri düşündükçe, hayretden tepem atacak gibi oluyor) demek zorunda kalmışdır. Hava, yüzde 78 azot, 21 oksijen ve 1 soy gazlar karışımıdır. Bileşik değil, karışımdır. Oksijen yüzde 21 den çok olsaydı, ciğerlerimizi yakardı. 21 den az olsaydı, kandaki gıdâ maddelerini yakamazdı. İnsanlar ve hayvanlar, yaşayamazdı. Bu 21 mikdârı, her yerde ve yağmurda değişmiyor. Bu ise büyük ni’metdir. Allahın varlığını, kudretini ve merhametini göstermiyor mu? Bu hârika yanında, gözün yapısı hiç kalmakdadır. Fen bilgilerinde okutulan bütün kanûnları, ince hesâbları, formülleri yaratan, hiç noksan sıfatlı olur mu?]
Bundan başka, adı geçen kemâl sıfatlarını, mahlûklarında da görüyoruz. Bunları, mahlûklarında yaratmışdır. Bu sıfatlar, kendisinde bulunmasaydı, mahlûklarda nasıl yaratabilirdi? Kendisinde bulunmasaydı, mahlûkları Ondan dahâ üstün olurlardı.
Yine deriz ki, âlemleri yaratanda, bütün kemâl, üstün sıfatların bulunması ve noksan sıfatlardan hiçbirinin bulunmaması lâzımdır.