Süleymân aleyhisselâmın ahvâli Kur’ân-ı kerîmde yazılıdır. Sebe sûresinin 12. ci âyetinde meâlen, (Gündüz esdiğinde bir aylık mesâfeye gidip, akşam bir aylık mesâfeden gelen rüzgârı Süleymânın emrine verdik. Onun için, su gibi erimiş, bakır akıtdık. Rabbinin izni ile, iş gören bir takım cinleri de, Onun emri altına verdik ve bunların içinde emrlerimizden çıkan olursa, ona alevli ateşin azâbını tatdırdık)buyurulmuşdur.
Sâd sûresinin 30-39. cu âyetlerinde meâlen, (Dâvüda, Süleymânı bahş etdik. O, güzel bir kul idi. Çünki O, dâimâ [zikr ile, tevbe ile] Allahü teâlâya teveccüh eder. Onu çok tesbîh ederdi. Ona bir akşam üstü çok hızlı giden, kıymetli cins koşu atları sunulmuşdu. Süleymân: Ben bu iyi mallar ile meşgûl olarak Rabbimin zikrinden mahrûm kaldım, akşam oldu demişdi. Çok üzüldü. Onları bana geri verin! diyerek, bacaklarını ve boyunlarını kesdi. [Etlerini fakîrlere dağıtdı.] Sonra, eski hâline döndü. Rabbim, beni bağışla. Bana benden sonra hiç kimsenin erişemiyeceği bir hükümrânlık ver. Sen, şübhesiz dâimâ ihsânda bulunansın! dedi. Biz de bunun üzerine istediği yere Onun emri ile giden rüzgârı, binâ kuran ve dalgıçlık yapan şeytânları ve demir halkalarla bağlı olan diğerlerini, Onun emrine verdik. İşte bizim ihsânımız budur. İstersen, başkalarına da ver, istersen verme! Bizim ihsânlarımız hesâbsızdır dedik. Doğrusu dünyâda verdiğimiz bu ni’metler gibi, âhiretde de yüksek bir makâmı ve güzel geleceği vardır) buyurulmuşdur.
Yehûdî ve hıristiyan yayınları şimdi ellerinde bulunan Kitâb-ı mukaddes, ya’nî Tevrât ve İncîl dedikleri kitâbın üç kısmının Süleymân aleyhisselâmın kitâbından alınmış olduğunu iddi’â ederler. Bunlar (Ahd-i atîk)in, (Süleymânın meselleri, va’iz ve Neşîdeler neşîdesi) kitâblarıdır. Tevrâtda, Süleymân aleyhisselâmın rüzgâra, kuşlara ve sâir hayvanlara emr etdiği, onların dilini anladığı, kuş ve hayvanların da Onun emrlerini derhal yerine getirdiği, emri altında bulunan cinler sâyesinde yapdırdığı bütün binâların büyük bir sür’at ile meydâna çıkdığı, zikr edilmekdedir.
Süleymân aleyhisselâm zemânında, Dâvüd aleyhisselâm zemânındaki medenî haklar dahâ genişletildi. Yeni ahkâma göre, babaların çocukları üstünde sınırsız hakları vardı. Bir çocuk, kaç yaşında olursa olsun, babasının emrlerini yerine getirmekle mükellef idi. Büyük çocuk mîrâsda iki kat pay alıyordu. Nişanlanma, evlenme gibi husûslar, ancak âile büyükleri tarafından kararlaşdırılmakda, evlenecekler kendileri için seçilen eşleri kabûle mecbûr bırakılmakda idiler. Boşanan kadın, zevcinden(Mehr) adında bir para alırdı. Çocuksuz veyâ çocuğu ölmüş bir dul kadın kaynı ile evlenmek zorunda idi.