(Zikr-i hafî), ya’nî sessiz zikr etmek, (Zikr-i cehrî)den, ya’nî sesle zikr etmekden dahâ efdaldir. Böyle zikr ederlerdi. Hadîs-i şerîfde bildirilen (ihsân) mertebesinde idiler. Kalbleri hep feyz kaynağına [ya’nî Allahü teâlâya] karşı idi. Böyle olan tesavvuf büyüğünün teveccühüne kavuşan sâdık, hâlis bir kimsenin kalbi, hattâ bütün latîfeleri hemen zikr etmeğe başlar. Huzûra, ya’nî Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmamasına ki, buna(Müşâhede) de denir ve cezbelere, (vâridât) denilen feyzlere, ya’nî zâhirini ve bâtınını nûrların kaplaması gibi ni’metlere kavuşur. Mürşidinin kalbinden feyz alanın kalbine Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin düşüncesi gelmez. Bütün a’zâsı sünnete uygun ve azîmet ile hareket eder. Bu ni’metler ne büyük se’âdetdir. Yâ Rabbî! Sevgili Peygamberin Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve âlihi ve sellem” hurmetine ve O yüce Peygamberin yolunda bulunan meşâyıh-ı kirâm “rahmetullahi aleyhim ecma’în” hurmetine, bu çok kıymetli ni’met ile bizleri rızklandır. İmâm-ı Rabbânî, müceddid-i elf-i sânînin “rahmetullahi aleyh” feyzleri, insanın bütün latîfelerini bu ni’mete kavuşdurmakdadır.
Cânım, kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Gel şefâ’at eyle kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Mü’min olanların çokdur cefâsı,
Âhıretde olur zevk-u safâsı.
Onsekizbin âlemin Mustafâsı,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Yedi kat gökleri seyrân eyleyen,
Kürsînin üstünde cevlân eyleyen,
Mi’râcda, ümmetin Hakdan dileyen,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
(Yûnüs) neyler iki cihânı sensiz,
Sen hak Peygambersin şeksiz şübhesiz!
Sana uymıyanlar, gider îmânsız,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!