Eceli gecikdirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sihhatlı, râhat ve neşeli yaşamasına sebeb olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyâtlar, aşılar, serûmlar, ölüme mâni’ olmaz. Ömrü olanlara fâideli olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyât esnâsında öldüklerini bilmiyen yokdur. Düânın kabûl olması için, istenilen şeyin sebebine yapışmak lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyi sebeb ile yaratır. Tedbîr almak, sebebi aramak lâzımdır. Düâ edince, Allahü teâlâ sebebe kavuşdurur ve sebebde te’sîr, kuvvet yaratır. Evliyâya, sevdiklerine sebebsiz de verir. Buna (kerâmet) denir. Sebebe yapışmadan düâ etmek, Allahü teâlânın âdetine uymamak olur.
Düâ, Allahü teâlâdan birşey istemek demekdir. Düâ, iki dürlüdür: 1- Lafzî düâ, 2- Fi’lî düâ.
1– Lafzî düâ, Allahü teâlâdan lafz ile, söz ile istemekdir. Bu düânın kabûl olması için şartlar vardır. Bu şartlar, düâ edenin müslimân olması, ihlâs sâhibi olması, nemâzlarına devâm etmesi, fâsık olmaması, ya’nî harâm işlememesi, üzerinde kul hakkı bulunmaması gibi şeylerdir. Bu şartlar bulunmıyanların düâları kabûl olmıyor. Sıkıntı içinde yaşıyorlar.
2– Fi’lî düâ, istenilen şeyin sebebine yapışmakdır. Allahü teâlâ, herşeyi, bir sebeb ile yaratmakdadır. Allahü teâlâdan birşey isteyenin, bu şeyin yaratılmasına sebeb olan şeyi yapması lâzımdır. Meselâ, bir yeri ağrıyanın, ağrı kesici bir ilâc kullanması lâzımdır. Bu ilâcı kullanması, fi’lî düâ etmek olur. Fi’lî düânın kabûl olması için, sebebin te’sîrinin kat’î olması, iyi bilinmesi lâzımdır. Lafzî düâ ile fi’lî düâ birbirine uygun değilse, fi’lî düâ kabûl olur. Müslimânın, iyi ve câiz olan şeylerin sebeblerini bilip, düâ için, bu sebebleri yapması lâzımdır. Bu sebebler yapılınca, Allahü teâlâ, istenilen şeyi yaratır. Çünki, sebebleri yapılan şeyi yaratması, âdetidir. Aç olanın birşey yimesi, fi’lî sebebe yapışmak, fi’lî düâ etmek olur. (Düâ ediniz, kabûl ederim) buyurulması, fi’lî düâ etmeği emr etmekdedir.]
123 -Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kişi geldi, Lokman hakîm hazretlerine sordu:
-Yâ Lokman! Sen bu mertebeye nasıl erişdin?
Lokman hazretleri buyurdu ki: Ben bu mertebeye üç şeyle erişdim:
1- Emâneti yerine vermekle,
2- Doğru söylemekle.
3- Mâlâya’nîyi [ya’nî fâidesiz sözü] terk etmekle.)
124 – Mü’mînûn sûresinin sekizinci âyetinde meâlen, (Emânetleri güzelce kullanıp, yerli yerine îfâ edeni, korkduğundan emîn kılıp, Cennetime koyarım) buyuruldu.