Muhammed Ma’sûm-ı Fârûkî “rahime-hullahü teâlâ” 1079 [m. 1668] senesinde, Hindistânın Serhend şehrinde vefât etdi. (Mektûbât)ının ikinci cildinin yüzkırkıncı mektûbunda buyuruyor ki: (Hadîs-i kudsîde, (Evliyâmdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur. Kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgili olanları, ona farz etdiğim şeylerdir. Kulum nâfile ibâdetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim. Onu sevince, onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Her istediğini veririm. Benden yardım isteyince, imdâdına yetişirim)buyuruldu. [Bu hadîs-i kudsî (Hadîka)nın yüzseksenikinci sahîfesinde de yazılıdır ve(Buhârîyi şerîf) de mevcûd olduğunu bildirmekde ve (Burada zikr olunan nâfileler, farzlarla berâber yapılan nâfilelerdir. Bu kulumun gözüne, kulağına, eline, ayağına öyle kuvvet veririm ki, başkalarının yapamadıklarını ihsân ederim demekdir) buyurmakdadır. Bu ihsâna kavuşabilmek için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak ve ibâdetleri şartlarına uygun olarak ve ihlâs ile yapmak lâzımdır. Bu doğru i’tikâd ve ibâdetlerin şartları ve ihlâs da, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin sohbetlerinden ve kitâblarından elde edilir. Hulâsa, insanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşduran (Vesîle), Ehl-i sünnet âlimleridir. Bu âlimlere (Mürşid) ve (Velî) denir. Bu vesîleyi, ya’nî mürşidi arayıp bulmamızı Allahü teâlâ Mâide sûresinde emr etmekdedir.] Farzların kurb hâsıl etmeleri için ve terakkî etdirmeleri için, a’mâl-i mukarribînden olmaları lâzımdır. Bunun için de mürşidlerin bildirdikleri nâfile ibâdetleri yapmak şartdır. Nemâz için, önce abdest almak lâzım olduğu gibi, farzların da kurb hâsıl etmeleri için, önce tesavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır. Kalb ve rûh, tesavvuf [mütehassıslarının, ya’nî Rehberin bildirdiği vazîfeyi yapmak] ile temizlenmedikce, farzların kurbuna kavuşulamayıp, Velî olmak şerefi hâsıl olamaz.)
Hadîs-i şerîfde, (Unutulmuş bir sünnetimi ihyâ edene yüz şehîd sevâbı vardır)buyuruldu. Unutulmuş sünneti ihyâ etmek, yâ onu yapmakla olur. Yâhud, hem yapmak, hem de başkalarına öğreterek, onların da yapmalarına sebeb olmakla olur. İslâmiyyeti ihyâ etmenin bu ikinci şekli, a’lâ şeklidir. Umûmî olan birinci şeklden dahâ kıymetlidir. [Sünneti a’lâ şeklde ihyâ edenlere, ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdını, farzları, harâmları, sünnetleri, mekrûhları, kısacası (İlmihâl) kitâblarını yazanlara, yayanlara ve bunlara para yardımı yapanlara ve kendileri de bunlara tâbi’ olanlara müjdeler olsun!]