Yine deriz ki, mü’min mi kıymetlidir, kâfir mi? Kâfirlerden birinin bir ânda şarkdan garba gidip geldiğini işitiyoruz ve inanıyoruz. Bu kâfir bildiğimiz iblîsdir. Bu kâfire verilen şey, Allahü teâlânın sevgili kullarına niçin verilmez olsun? Bunu iyi düşünmek ve insaflı konuşmak lâzımdır. (Sivâd-ül A’zam) kitâbının şerhinden terceme burada temâm oldu. İbni Teymiyye ve başkaları bildiriyor ki, Evliyânın kerâmetlerine inanmıyanlar, hâricîler ve mu’tezilî ve ba’zı şîîlerdir. Çünki, bu sapıkların kerâmetleri yokdur. Kerâmet sâhibleri de yokdur. Bunun için, görmüyorlar, işitmiyorlar ve inanmıyorlar.
(Feth-ul-mecîd) ismindeki vehhâbî kitâbına cevâb olarak, Dâvüd bin Süleymânın (Minhat-ül-Vehbiyye fî Redd-il-Vehhâbiyye) kitâbından yapdığımız terceme burada temâm oldu. Bu hayrlı sebeb ile, kitâbın temâmı terceme edilmiş oldu.
[Hasen-i Basrî 110 [m. 727] de Basrada, Ebû Kılâbe Abdülmelik 276 [m. 889] da Bağdâdda, Sa’düddîn-i Teftâzânî Mes’ûd şâfi’î 792 [m. 1389] de Semerkandda, Alî Ûşî 575 [m. 1180] de, Şerefüddîn Halîl Neccârî Yemenî 632 [m. 1235] de, Seyyid Ahmed Âsım efendi Ayntâbî 1235 [m. 1820] de İstanbulda, Muhammed bin Süleymân Halebî Reyhâvî 1228 [m. 1813] de, halîfe Memûn bin Hârûn 218 [m. 833] de ve Dâvüd bin Süleymân Bağdâdî 1299 [m. 1881] de vefât etmişdir “rahmetullahi aleyhim ecma’în”].
Abdülganî Nablüsî (Keşf-ün-Nûr min-Eshâb-il-kubûr) kitâbında buyuruyor ki, Allahü teâlâ, kendisine yaklaşmış olan kullarına kerâmetler ihsân etmişdir. (Kerâmet), Evliyâ denilen insanlarda Allahü teâlânın yaratdığı, âdet ve fen bilgileri dışında olan şeylerdir. Allahü teâlâ, kendi kudreti ile ve irâdesi ile, ya’nî dilediği zemân, bu şeyleri, bu kullarında yaratmakdadır. Kulun kudretini de Allahü teâlâ yaratmakdadır. Bu şeylerin yaratılmasında, kulun kudretinin ve irâdesinin te’sîri yokdur. Kulun irâdesi ve kudreti, kerâmetlerin yaratılmasına ancak sebeb olmakdadır. Kul, istediği zemân, kendi kuvveti ile kerâmet yapar diyen kimse ve böyle inanan kimse kâfir olur.
Kendisinde kerâmet hâsıl olan Velî, bu kerâmetin yalnız Allahü teâlânın dileği ile ve kudreti ile yaratıldığını, kendi dileğinin ve kudretinin hiçbir te’sîri olmadığını bilmekdedir. Bunun gibi, kendi bedenindeki, görmek, işitmek, tad almak, sertlik, sıcaklık duymak, düşünmek, ezberlemek, hâtırlamak gibi duygularının ve iç ve dış organlarının hareketlerinin, hâsılı bütün işlerinin hep Allahü teâlânın dilemesi ile ve kudreti ile ve yaratması ile olduğunu her an bilmekdedir.