Bu ni’metlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusûrlu olduğunu düşünürse, (Şükr)olur.
İnsanların Allahü teâlâya yaklaşması, ancak Allahü teâlânın çekmesi ile olur. Eğer, vâsıtasız doğrudan doğruya çekerse, (İctibâ) denir. Vâsıta ile çekmesi, iki dürlü olur: İbâdet yapmak ve riyâzet çekmek vâsıtası ile yaklaşdırır. [Tesavvuf yolundaki vazîfelerin te’sîrleri tecribe edilmiş olduğu için, riyâzet olarak bu nâfile ibâdetleri yapmak tercîh edilmekdedir.] Buna(Sülûk) denir. Yâhud bir Rehberin sohbeti vâsıtası ile (Cezb) eder. Bütün bu çekişlerin asl sebebi, insanın kendi kâbiliyyetidir. Bu kâbiliyyetleri, insana yaratılışda verilir. İnsanların kâbiliyyetleri, isti’dâdları başka başkadır. İnsanın Allaha yaklaşmasına en büyük mâni’ nefsinin şehvetleri ile bedenin ihtiyâc ve kötülükleridir. İkinci mâni’, (Âlem-i emr)latîfelerinin kendilerinden ve Rablerinden gâfil olmalarıdır. İnsanı Allahü teâlâya yaklaşdıran ibâdetleri, riyâzetleri de, bir Rehberin göstermesi lâzımdır. Riyâzet ve ibâdet yapmakla, hem nefs ve beden tezkiye bulur. Ya’nî kötülüklerden temizlenirler. Hem de, âlem-i emrden olan latîfeler, beden maddelerinden ve nefsden bulaşmış olan zulmetlerden tasfiye olur. Gafletden kurtulurlar. Tesavvuf yollarının çoğunda, önce sülûk yapılır. Önce, iki mâni’ ortadan kaldırılır. Böylece, Âlem-i emrin beş latîfesi sâf olur ve nefs (Makâmât-ı aşere)denilen güzel huylarla bezenir. Bundan sonra, Rehber sâliki Allahü teâlâya cezb eder. Bu sâlike, (Sâlik-i meczûb) denir. Böyle ilerlemesine (Seyr-i âfâkî) denir. Çünki Rehber sâlikin temizlenmesini Âlem-i misâlde görerek anlar. Bu seyr çok güçdür ve uzun sürer. Allahü teâlâ Behâüddîn-i Buhârîye “rahmetullahi aleyh” sülûkden önce cezb yapmasını ilhâm eyledi. Önce teveccüh ederek, her latîfede zikr yapdırırlar. Her latîfede fânî olurlar. Buna(Seyr-i enfüsî) denir. Seyr-i âfâkînin çoğu da, bununla birlikde hâsıl olur. Sonra, nefsi ve bedeni temizlemek için riyâzet yapdırılır. Bu sâlike, (Meczûb-i sâlik) denir. Bu seyr kolay ve çabuk olur. Nâkısların, câhillerin kendiliklerinden yapdıkları ibâdetlerle, terakkîleri pek az olur veyâ hiç olmaz. Çünki, bunların ibâdetlerinin sevâbı pek azdır. Elli sene ibâdet ile vilâyetin en aşağı derecesine yetişebilirler. O hâlde, yalnız mücâhede ve riyâzet ile vilâyet elde edilemez. İbâdetlerin, riyâzetlerin ancak sünnete uygun olanları fâidelidir. Bunun için, bid’atlerden sakınmak şartdır. Hadîs-i şerîfde, (Amelsiz söz kabûl olmaz. Niyyetsiz amel kabûl olmaz. Sünnete uygun olmazsa, hiçbiri kabûl olmaz) buyuruldu. Ya’nî, hiçbirine sevâb verilmez. İbâdetlerin, riyâzetlerin güç, sıkıntılı olması değil, sünnete uygun olmaları lâzımdır.