BİR MEKTÛB TERCEMESİ
Hindistândaki islâm âlimlerinin büyüklerinden Muhammed Ma’sûm Serhendî “rahmetullahi aleyh”, (Mektûbât) kitâbının birinci cildin, yüzseksenikinci mektûbunda buyuruyor ki:
Sebeblere yapışmak tevekküle münâfî değildir. Çünki, sebeblere te’sîr etmek kuvvetini de Allahü teâlâ vermekdedir. Sebeblere yapışırken, sebeblerin te’sîrini Allahü teâlâdan bilmeli ve Ona güvenmelidir. Te’sîr etdikleri tecribe edilmiş olan sebeblere yapışmak, tevekkül etmek demekdir. Te’sîri bilinmeyen, ümmîd dahî edilmeyen sebeblere yapışmak, tevekküle uygun olmaz. Te’sîri kat’î olan sebeblere yapışmak lâzımdır, hattâ vazîfedir. Ateş yakıcıdır. Ateşe yakmak hâssasını, te’sîrini veren Allahü teâlâdır. Aç olunca, gıdâ, ta’âm yiyeceğiz. Gıdâya doyurmak te’sîrini Allahü teâlânın verdiğine inanacağız. Fâideli te’sîri kat’î olan böyle sebebleri kullanmayarak zarar hâsıl olursa, Allahü teâlâya itâ’at etmemiş oluruz. Ona karşı gelmiş oluruz. Sebebler üç kısmdır: Te’sîri görülmemiş, işitilmemiş sebebleri kullanmak câiz değildir. Tecribe edilmiş, fâideli te’sîr etdikleri anlaşılmış olan sebebleri kullanmak vâcibdir. Bunları terk etmek günâh olur. Te’sîrleri şübheli olan sebebleri kullanmak vâcib, lâzım değil ise de, câizdir. Allahü teâlâ, mühim olan işleri yapmadan evvel, bunları tecribeli, bilgili kimselerle meşveret etmemizi, bundan sonra yapmamızı, yaparken de, Allahü teâlâya tevekkül etmemizi, netîceyi Ondan beklememizi emr etdi. Meşveret etmek de, sebebe yapışmakdır. Bu emr, fâideli sebebe yapışmanın vâcib olduğunu ve sebebin te’sîrini Allahü teâlâdan beklemek lâzım olduğunu bildirmekdedir. Âhıret işlerinde ya’nî ibâdet ve tâ’at yapmakda tevekkül olmaz. İbâdetleri yapmamız, bunun için çalışmamız emr olundu. Âhıret işlerinde tevekkül etmek değil, havf ve ümmîd etmek lâzımdır. Bu emrleri yapmak, bunların kabûl olunması ve sevâb verilmesi için Allahü teâlânın merhametine ve ihsânına i’timâd etmek, güvenmek lâzımdır. Emrleri yapmak ve yasaklardan sakınmak, kulluk vazîfesidir.
Dînimizde öyle bir yüksek makâm var mıdır ki, insan bu makâma varınca kendini ve herşeyi unutmuş olsun? Süâlinize karşı deriz ki, evet tesavvufda fenâ denilen bir makâm vardır. Tesavvuf yolunda çalışan bir kimse, bu makâma ulaşınca, kendisini ve herşeyi unutur. Fekat, fenâ ve bekâ makâmına insanın bâtını [kalbi, rûhu] vâsıl olur. Bu hâl insanın kalbinde, rûhunda hâsıl olur. İnsanın zâhiri [bedeni, aklı], kendi ihtiyâclarını te’mîn etmek mecbûriyyetindedir.