Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”Kur’ân-ı kerîmi tilâvet edip, gâyet güzel ve tatlı bir şeklde okur. Mü’minleri müjdeler. Onların yüzleri güler ve sevinirler. Kur’ân-ı kerîme inanmıyanların, bu mubârek kitâba (Hâşâ) çöl kanûnu diyenlerin ise, yüzleri gâyet çirkin olur.
Buraya kadar beyân olunan Peygamberlere olunacak süâli, A’râf sûresindeki, (Biz kendilerine Peygamber gönderilen kavme elbette süâl ederiz. Peygamberlere de süâl ederiz) meâlindeki beşinci âyet-i kerîmesi haber vermekdedir.
Ba’zıları, Mâide sûresinin yüzonikinci (Allahü teâlâ, büyük Peygamberleri cem’ eylediği vakt, kavminizden nasıl icâbet ve kabûl olundunuz?) meâlindeki âyet-i kerîme ile haber verilmişdir dediler. O zemân Peygamberler: (Yâ Rabbî! Seni tesbîh ederiz ki, bizim için hiç ilm yokdur. Sen gaybleri en iyi bilensin) derler. Evvelki âyet-i kerîmenin haber verdiğini söyliyen âlimlerin sözü dahâ doğrudur. (İhyâ-ül-ulûm) adındaki kitâbımızda da bunu bildirdik. Zîrâ Peygamberlerin dereceleri vardır. Îsâ “aleyhisselâm” ise, onların büyüklerindendir. Zîrâ O (Rûhullah)dır. (Kelimetullah)dır. Peygamberimiz “aleyhisselâm” Kur’ân-ı kerîmi tilâvet buyurduğu zemân, ümmeti zan eder ki, hiç işitmemişlerdir. Bu bahsde, hazret-i Esma’îye[1] dediler ki: (Sen Kur’ân-ı kerîmi en ziyâde ezberlemiş olansın. Sen de, böyle mi olursun?) Cevâbında, (Evet, hazret-i Peygamberden işitdiğim vakt, hiç işitmemiş gibi olurum) buyurdu.
Kitâbların kırâ’eti temâm oldukdan sonra bir nidâ gelir ki: Ey mücrimler, şimdi sizler ayrılınız!) denir. Bu nidâ üzerine, mevkıf ya’nî Arasât meydânı harekete gelir. O zemân, herkesi büyük korku alır. Birbirlerine girift olurlar. Melekler cin ile ve cin insanlar ile karışır. Bundan sonra, nidâ gelir ki: (Yâ Âdem! Evlâdından Cehenneme lâyık olanı gönder!)Âdem “aleyhisselâm” ise, (Yâ Rabbî! ne kadar?) diye süâl eder. Cenâb-ı Hak, buyurur ki:(Binde dokuzyüzdoksandokuzu Cehenneme ve biri Cennete). Kâfirlerden ve Ehl-i sünnetden “rahmetullahi aleyhim ecma’în” ayrılmış mülhidlerden ve gâfillerden, çıkara çıkara, ancak Allahü teâlânın bir avuç buyurduğu kadar mü’min geride kalırlar. Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” (Rabbimizin avuçlarından bir avuç kalır) buyurduğunun ma’nâsı budur.
—
[1] Ebû Sa’îd-i Esma’î (122) de Basrada tevellüd, 216 [m. 831] de Mervde vefât etdi. Asl adı Abdülmelikdir “rahime hullahü teâlâ”.