Fakîrlik ve tenbellik bizim kulluk vazîfemizi yapmamıza mânî’ oldu) derler. Onlara hitâben, (Siz mi dahâ fakîrdiniz, yoksa Îsâ aleyhisselâm mı?) diye süâl olunur. Onlar da(Îsâ aleyhisselâm bizden dahâ fakîr idi) derler. (Öyle ise, o kadar fakîrlik Onu kulluk vazîfelerini yapmakdan, din bilgilerini yaymakdan men’ etmedi de, sizi mi men’ etdi?) denir.
Bir kimse bu dört şeyden birine yakalanırsa, bunların sâhibini düşünsün! Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” düâsında (Yâ Rabbî! Zenginlik ve fakîrlik fitnesinden sana sığınıyorum) diye düâ ederdi.
Îsâdan “aleyhisselâm” ibret alınız ki, dünyâda birşeye mâlik olmadı. Bir yün cübbeyi yirmi sene giydi. Seyâhati esnâsında, ancak bir bardak ve bir kara kilim ve bir tarağı vardı. Birgün, birinin, eli ile su içdiğini gördü. Bardağı atdı. Birgün de, bir adamın eliyle sakalını tararken gördü. Tarağı da atdı. Der ki, benim hayvanım ayağımdır. Evim mağaralardır. Yiyeceğim yerin otlarıdır. İçeceğim ırmakların sularıdır. [Hâlbuki, islâm dîni böyle değildir. Çalışıp halâl kazanmak ibâdetdir. Çok çalışıp, çok kazanmak ve kazandığını, islâmiyyetin emr etdiği iyi yerlere vermek lâzımdır.
(Râmûz-ül-ehâdîs)de yazılı hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Eshâbım için, fakîr olmak se’âdetdir. Âhir zemânda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak se’âdetdir.) Şimdi âhir zemândayız. Günâh işleyenlerin, fitne çıkaranların, ibâdetlere bid’at karışdıranların çoğaldığı bir zemândayız. Bu zemânda halâlı, harâmı, bid’atleri ve küfre sebeb olan şeyleri öğrenmek ve bunlara uymak ve halâl yoldan kazanarak zengin olmak büyük ibâdetdir. Kazandığı ile fakîrlere ve Ehl-i sünnet bilgilerini yayan müslimânlara yardım etmek büyük se’âdetdir. Bu se’âdete kavuşanlara müjdeler olsun!]
Allahü teâlânın indirdiği ba’zı suhûflarda da bildirilmişdir ki, (Ey Âdem oğlu! Hastalık ve günâh işlemek hayât hâllerindendir. Müte’ammiden [kin güderek] adam öldürmenin keffâretinden, hatâen öldürmenin keffâreti ehven görülür, buna kısâs olunmaz ise de, bu da çok kötü işdir. Bundan da sakın!)
Büyük günâhların sâhibinin kalbinde îmân varsa, azâbdan sonra şefâ’ate kavuşur. Allahü teâlâ, onlara ikrâm eder. Binlerce sene geçdikden sonra, onları Cehennemden çıkarır. Hâlbuki, Cehennemdekilerin derileri yandıkdan sonra, tekrâr yaratılmakdadır. Hasen-i Basrî “rahmetullahi aleyh”,[1] (Keşke ben, böyle olan kişi olsaydım) buyururdu.
—
[1] Hasen-i Basrî 110 [m. 728] de vefât etdi.