● Şühûd ve müşâhede zıllerde olur. 1/118. [Mektûbât Tercemesi: 166.]
● Şühûd-ı hak. 1/290. [Mektûbât Tercemesi: 447.]
● Şühûd-ı hak, sülûkun nihâyetinde hâsıl olan mutlak fenâdan önce olamaz. Buna şühûd denilmesi, kelime bulunmadığı içindir. Ve yoksa, bilinenden bilinmiyene yol yokdur. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Şühûd, ma’rifet ve hayret, sâlikin kendisindedir. Dışarıdan değildir. 1/30. [Mektûbât Tercemesi: 49.]
● Şühûd vilâyetde olur. Rü’yet nübüvvetde olur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Şühûd, Allahü teâlâya kavuşmak [görmek] ma’nâsına kullanılmışdır ki, bu devlet [ni’met] dünyâda bâtına [kalbe] mahsûsdur. Kâmil kimsenin kalbi [bâtını] Allahü teâlâya teveccüh etmiş olup, zâhiri, ehl-ü i’yâlin [çoluk-çocuğun] işlerinde olur. 2/77.
● Şühûd-i tenzîhî matlûbdur. [Tenzîh edilen şühûd istenilir.] Kesretin şühûdü lezzet verirse de, i’tibârı yokdur. [Şühûdün mahlûklar ile alâkası olmamalıdır.]. 1/174.[Mektûbât Tercemesi: 216.]
● Şehvet mâni’aları ve nefsin gadabının istilâsı mevcûd iken, islâmiyyetin emri üzere amel etmek, bu vaktin gayrisinde yapılan amelden kat-kat üstün ve kıymetlidir. Zîrâ, zahmet sebebi ve mihnet sebebi ile olan mâni’ler, onun şânını göklere çıkarır. 3/35.[Se’âdet-i Ebediyye: 116.]
● Şey, zıddiyle anlaşılır. Hayra şer, kemâle naks aynadır. 3/58.
● Şey’in kendisi ile ilmdeki sûreti arasında fark vardır. İlmdeki sûret, şey’in benzeri ve misâlinden gayri değildir. [Televizyondaki şekller ve ho-parlördeki sesler de, bunların kendileri değildir.] 3/100.