● Mudga, on parçadan birleşmiş olup [meydâna gelmiş olup], her birinin tasfiyesinden sonra, aslın zuhûruna kâbiliyyeti olur. 4/20.
● Mutlakı mukayyed nasıl bulur. [Hakîkî varlığı, varlığı başkasına bağlı olan nasıl bulur.] Ve sonsuzu, sonu olan nasıl kavrıyabilir. 5/120.
● Matlûba kavuşmak, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla mümkindir. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]
● Matlûb-ı hakîkîden [hakîkî matlûbdan] her ne hâsıl olursa, kavuşanın anlayışının tehammülü kadardır. Ve onun kâbiliyyet ve anlayışına bağlıdır [anlayışı kadardır]. Matlûb ise, bu bağlardan uzak ve berîdir. [Onda yokdur ve Ondan ayrıdır]. Ve bu bağlardan çözülmüş ve ârîdir [arındırılmışdır]. Şimdi îcâb eder ki, himmetin fazlalığı bir mertebeye ola ki, idrâk kaydlarından [bağlarından] ve isti’dâd bağlarından dahâ üstün ola. Zîrâ mümkin, mâdem ki, imkân bağları ile bağlanmışdır, hakîkî matlûbdan nasıl hisse alabilsin. Mahlûk olmakdan temâmen uzak olmak mümkin değildir. 4/167.
● Matlûba sevgiden dolayı, onu beklemek, matlûbda kendinden geçmekden dahâ üstündür. 6/77.
● Matlûbu bu kısa dünyâ hayâtında, ona da’vet olunmuşken, [kucağına çekemiyen, kavuşamıyan], yarın huzûr-ı ilâhîye ne yüzle gider ve ne hîle ile behâne ve özr diler. 4/102.
● Matlûbu kendinde aramak lâzımdır. Kendinden hâricde bulunmaz. 6/49.
● Matlûb, âfâk ve enfüsün dışındadır. 6/183.
● Matlûb görünmeğe başlayınca [müşâhede olununca], bîçâre tâlib, yokluk sahrâsında kaybolup, ondan nâm ve nişân kalmaz. 6/181.
● Matlûb, fenâ ve bekânın, tecellîlerin ve zuhûrların, görme ve görülmenin, söz ve ma’nânın, ilm ve cehlin, ism ve sıfatın, zannedilenin ve hayâlde düşünülenin ötesindedir. 4/116.