“rahmetullahi teâlâ aleyh”: Ubeydüllah bin Mahmûd bin Şehâbüddîn, Sôfiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. Müslimânların gözbebeğidir. Sekizyüzaltı [806] da Taşkendde tevellüd, 895 [m. 1490] de Semerkandda vefât etdi. Ya’kûb-i Çerhînin talebesi, Mevlânâ kâdî Muhammed Zâhid Bedahşînin üstâdı idi. Zâhirî ve bâtınî ilmlerin hazînesi idi. Dahâ çocuk iken kerâmetleri görülüyordu. Halâl kazanmak için, zirâ’at ile meşgûl olurdu. O kadar bereket oldu ki, binüçyüzden fazla çiftliği vardı. Herbirinde üçbin amele çalışırdı. Her sene sekizyüzbin batman zahîre uşr verirdi. (Tesavvuf bilgilerinin maksad ve netîcesi, kendini zorlamadan, uğraşmadan, her ân Allahü teâlâya teveccüh ve ikbâldir. Ya’nî, her ân, Allahü teâlâyı hâtırlamakdır) ve (Bir kimse, erbâb-ı cem’iyyet sohbetinde oturup, gönlünü Hak teâlâya verebilirse, ona zikr yapmağa ihtiyâc yokdur) buyururdu. (Râbıta edenler için, bedenin uzak olması, ma’nevî yakınlığa mâni’ olmaz) derdi.
(Çok açlık ve çok uykusuzluk dimâgı yorar. Hakîkatleri ve ince bilgileri anlamağı önler. Bunun için, riyâzet çekenlerin keşfleri hatâlı olur) ve (Zikr ve murâkaba, bir müslimâna hizmet yapılamadığı zemânda olur. Gönül kabûlüne sebeb olan hizmet, zikr ve murâkabadan önce gelir) buyururdu.
Ubeydüllah-i Ahrârın talebelerinden biri, Abdüllah-i İlâhîdir. Simavlıdır. İlm edindikden sonra Semerkanda, Buhârâya giderek feyz aldı. İcâzetle şereflenip Ubeydüllah-i Ahrâra intisâbı bulunan Emîr Ahmed-i Buhârî ile İstanbula geldi. Yolda Molla Câmî ile sohbet eyledi. Zeyrek kilise câmi’inde va’z ve halkı irşâd etdi. Emîr Buhârîye icâzet verdi. Vardar Yenicesinde 896 [m. 1491] da vefât etdi.
Ubeydüllah-i Ahrârın bir talebesi de Abdüllah-i Semerkandîdir. Önce, Ya’kûb-i Çerhîye intisâb etmiş ve Alâüddîn-i Attârın halîfelerinden olan Nizâmeddîn-i Hâmûşdan da feyz almışdır. Uluğ beğ medresesinde müderris idi. Yûsüf-i Nebhânî diyor ki, (Sokakda giderken, ansızın atını istedi. Eshâbı ile Semerkandın dışına çıkdı. Onlardan ayrılıp, çok zemân sonra yanlarına geldi. Türk sultânı Muhammed hân, kâfirlerle harb ediyordu. Onun yardımına gitdim. Gâlib geldi dedi.) Fâtih, İstanbulu bu sûretle aldı. Sekizyüzyetmişbeş 875 [m. 1470] de vefât etdi. Ubeydüllah-i Ahrârın bir talebesi de Haydar babadır. Kırk sene devâmlı Eyyûb câmi’inde i’tikâf etdi. Sultân Süleymân bu zâtın üstün hâllerini işitince, Eyyûb Nişâncası ile Halic arasında, Cezrî Kâsım pâşa câmi’ine inen yol üzerinde (Haydar baba mescidi)ni yapdırdı. Haydar baba, 957 [m. 1550] de vefât etdi. Mescide girerken soldadır. Muhammed Ma’sûm-i Fârûkînin oğlu Muhammed Ubeydüllah 1083 de, bunun oğlu Muhammed Pârisâ 1142 de vefât etdi.
93, 95, 112, 388, 751, 943, 957, 969, 1050, 1057, 1079, 1095, 1137, 1141, 1148, 1173.