1. Mükellef (akıllı, müslüman ve ergenlik çağına erişmiş)kimsenin kendi mülkü olan mütekavvim (belli, kıymetli ve dayanıklı)malının menfaatini (faydasını) hiçbir şarta bağlamadan, müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş), bütün veya belli fakirlere bırakması. Vakfın çoğulu evkâftır. Vakfedene vâkıf, vakfedilen şeye mevkûf, vakfın menfaati kendisine bırakılana mevkûfun aleyh, yapılan sözleşmeye de vakfiye denir.
Vakf dünyâda insanlara ihsân (iyilik) ve ikrâm etmek, âhirette de sevâb kazanmak gâyesiyle kurulur. Vakf, ibâdet değil, kurbettir. Yâni sevâb kazanmak niyeti ile yapılan mubâh bir iştir. (İbn-i Âbidîn)
Abdullah ibni Ömer buyurdu ki: Babam Ömer (r.anh) Hayber topraklarındaki mülkü olan bahçesini, tasadduk etmek yâni sadaka olarak vermek istiyordu. Peygamber efendimize ne yapmasını sormuştu. Peygamber efendimiz: Mülkünü vakıf yoluyla sadaka et ki satılmasın, hîbe edilmesin, mîrasçılara kalmasın ancak gelirleri veya mahsûlü hayır işlerine harcansın” buyurdu. Babam da böyle yaptı. O bahçenin mahsûlü Allah yolunda harbedenlere, köle âzâd etmeye, misâfirlere ve yolculara, yolda kalmışlara, bahçeyi işleyenlere ve idâre edicilerine harcandı. (İbn-i Âbidîn)
2. Kırâatte yâni Kur’ân-ı kerîm okurken duracak yerde durmak, kelimeyi kendisinden sonra gelenden ayırmak.
Zellet-ül kârinin (yanlış okumanın) biri de, vakıf ve geçilecek yerde olur. Bu şekilde hatâda, mânâ değişse de namaz bozulmaz. (Alâüddîn-i Haskefî)