Cümlesi önümden geçip, birbir seyr eyledim. Kiminin gömleği dizinde idi. Kiminin dizinden aşağı idi. Kiminin dizinden yukarı idi. Lâkin Ömeri bir gömlek ile gördüm ki, yerde sürünürdü. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dediler ki, yâ Resûlallah! Nasıl ta’bîr buyurdunuz. Buyurdular: Dîn-i mübîn ile ta’bîr etdim. Zîrâ hilâfetleri zemânı uzundur. Dîn-i islâm dünyâya yayılır.
Yedinci Menâkıb: (Mesâbîh-i şerîf)de sahîh olarak, Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet ile şöyle yazılıdır. Abdüllah ibni Ömer der ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden işitdim. Buyurdular ki, uyuduğum hâlde, bir kadeh süt ile bana geldiler. İçdim. O kadar kandım ki, tokluk alâmeti tırnaklarımda görüldü. Sonra artığımı Ömer bin Hattâba “radıyallahü teâlâ anh” verdim. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dediler ki, yâ Resûlallah! Ne ile ta’bîr etdiniz. Buyurdular ki, ilm ile ta’bîr etdim.
Sekizinci Menâkıb: (Mesâbîh-i şerîf)in sahîh hadîslerinde, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilir. Dedi ki, Resûlullahdan işitdim: Hazret-i Peygamber “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular. Rü’yâda, kendimi, etrâfı örülü kuyu yanında gördüm. Bir küçük kova var idi. O kuyudan o kova ile Allahü teâlânın dilediği kadar su çekdim. Sonra İbni Kuhâfe [Ebû Bekr] aldı. O da o kova ile kuyudan su çekdi. Bir kova, ya iki kova çekmekde za’îflik var idi. Allahü teâlâ za’îfliğini afv eder. Sonra o küçük kova, büyük kova oldu. Ona gırba derler. Sonra o kovayı bir kimse aldı. Gördüm ki, bu kuvvetli ve kudretli kimse, o kova ile su çekiyor. Bu su çeken Ömer “radıyallahü anh” idi. Ömer “radıyallahü anh” o kadar su çekdi ki, kimse o kadar su çekmedi. İnsanlar o kuyu yanında bir yer yapdılar. Develer su içdikden sonra, orada çöküp, istirahât eder, sonra bir kerre dahâ su içerler idi. (Mesâbîh)i şerh eden “rahimehullahü teâlâ” beyân etmişdir ki, hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine za’îf nisbet etmekden, hilâfetlerinde bir naks ve taksîr olduğundan dolayı değil idi. Zîrâ hilâfetlerinde o kadar cehd ve tehammül etdiler ki, diğer ümmet onun tehammülünden âcizdirler.