Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin şefkatı ve rahmeti, mahlûkât üzerine o mertebede idi ki, Ebûlleys-i Semerkandî (Tenbîh-ül gâfilîn)de yazmışdır: Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” bir yaşlı zimmî gördü ki, kapılarda gezip, kapılarda dilenir. Ömer hazretleri buyurdu ki, ey pîr! Benim sana insâf etmemi istiyorlar. Gençlik vaktinde senden cizye aldım. Lâyık olan odur ki, bugün seni afv etmeliyim. Afv edip, her gün kendinin ve ıyâlinin [çoluk-çocuğunun] yiyeceğini beyt-ül-mâldan versinler, buyurdu.
Ellisekizinci Menâkıb: Bir gün emîr-ül mü’minîn Alîyülmürtedâ “radıyallahü teâlâ anh”, oturmuş, sohbet ediyordu. Söz arasında bir kimse, Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini medh etmeğe başladı. Hazret-i Alî buyurdu ki, hangi Ömer? Allahü tebâreke ve teâlâ Enbiyâ aleyhissalâtü vesselâmdan sonra, Ömere benzer kul halk etmemiş ve hiçbir babanın ve ananın Ömer gibi oğlu olmamışdır. O Ömerdir ki, âlimdir. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin dîninin sınırlarını bilir. Allahü teâlâ islâmı azîz etdi, onunla adâlet etdi. Böylece kendisi emîn oldu. İslâmiyyeti bilen fakîhdir. Kendisinden sonra gelen halîfeleri zor duruma düşürdü. Emîr-ül mü’minîn Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, islâm dîninde güzel âdetler bırakdı. İslâmda ilk kâdî ta’yîn etdi. Şüreyhi kâdî ta’yîn etdi. Postayı ilk kuran odur. Beyt-ül-mâl binâsı yapdırdı. Zekât ve başka malları buraya koyardı. Zindanı ilk binâ eden odur. Hudûdullahı icrâ etmek için, cellâdı o ta’yîn etdi. Mescid ve câmi’leri şehrlerde o tertîb etdi. Serhadları [sınırları] o vaz’ etdi. Müezzin ve gayrîleri gibi tatavvu’ [hayrlı] iş işliyenlere ücret verirdi. Îrân toprağı üzerine harâcı o ta’yîn etdi. Cemâ’at ile, Ramezân ayında terâvîh nemâzını âşikâre kıldı. Resûlullah terâvîh nemâzı kılardı, fekat âşikâr etmezdi. Allahü teâlânın terâvîh nemâzını ümmeti üzerine farz edeceğinden ve onların meşakkat çekeceğinden çekinirdi. Hazret-i Ömerde “radıyallahü teâlâ anh” bu mertebe yükseklik var idi ki, adâletin, heybetin, siyâsetin, gayretinin sesi ufuklara yayılmış iken, bir zerre kibr ve ucb kendi nefsinde yokdu. Kendini cümleden aşağı görürdü. Kendi eli ile yapdığı işleri kimse gücü yetip, yapamadı. Kesb ederdi [çalışır idi]. Der idi ki, ey müslimânlar, kesb edin [çalışın], başkaları üzerine yük olmayın.