İmâmları bir şahs idi ki, tanışdık. Onlar ile nemâz kılardı. Kur’ân-ı azîmüşşânı, neûzübillâhi teâlâ, hakîkî kırâetinden başka bir şeklde okurdu. Hattâ Kıyâmet sûresini okudu. Meâl-i şerîfi (Ey Resûlüm! Kur’ân-ı kerîmi kalbinde toplayıp, dilinde sâbit kılmak bizim üzerimizdedir) olan 17.ci âyet-i kerîmeyi okurken, değişdirip okudu. Ben kalbimden ona yalan söyliyorsun, dedim. O nemâzı yeniden kıldım. Sonra o şahs beni büyüklerinden birinin yanına gizlice götürdü. Orada bir şahs gördüm ki, iki ayağı kelb ayağı gibi ve ağzı kelb ağzı gibi, kelb sûretinde idi. Onlar derler ki, o şahs Allahü teâlâ hazretlerini zikr eder. Sonra o Fergâneli bana dedi ki, bu seyyidimiz hergün Şeyhayn hazretlerine “radıyallahü teâlâ anhümâ” neûzübillah, bin kerre la’net eder. Emr geldi, bu mertebeye geldi. Ben de çıkdım Tûs şehrine geldim. Hâkime hepsini haber verdim. Kalkıp Meşhede geldi. O tâifeyi oradan çıkarmak için uğraşdı. Mümkin olmadı.
Yedinci Menâkıb: Yine (Ravdat-ül ulemâ) sâhibi “rahimehullahü teâlâ” diyor ki: Edîb Zâhid-el Yûsüf Ya’kûb bin Yûsüfden “rahimehullah” işitdim. Der ki, ben Mekke-i mükerreme yolunda Dâmigâna vardım. Nişâpûrlu bir şahsa rast geldim. Bu şahs, Dâmigânlı bir şahs ile; Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin fazîletleri konusunda münâkaşa ediyorlardı. Dâmigânlıya Şeyhayn hazretlerinin fazîletleri konusunda yardım etmek için, ben de onlara dâhil oldum. Edîb Zâhid şöyle nakl etmişdir. Dâmigânlı, Nişâpûrluya dedi ki, bu konuda benim sana söylediğim sözleri kimse söylememişdir. Lâkin sana bu dalâletden dönmen için hiçbir şey fâide vermedi. Gel seninle fi’li tecrîbe edelim. Nişâpûrî dedi ki, nasıl? Dâmigânî dedi ki; Dâmigânda bir hamâm vardır. Emîr hamâmı denmekle meşhûrdur. Dâmigân hamâmlarında o hamâm külhânından büyük ateşli bir külhân [ocak] yokdur. Varalım, külhâncıya külhân kapısını açdıralım. Sen ve ben külhâna girelim ve onun içinde zuhr [öğle] vaktine kadar eğlenelim. Eğer sen hak üzerine isen necât bulursun [kurtulursun], ben helâk olurum. Eğer ben hak üzere isem, ben necât bulurum [kurtulurum], sen helâk olursun. Kalkdık, o hamâma vardık. Külhâncı bizim için külhân kapısını açmakdan imtinâ etdi [çekindi]. Tâ ki, birkaç müslimânı bu kadiyye üzerine şâhid tutdu.