Haber mütevâtir oldu. Sıhhatinde şübhe kalmadı. Muhakkak Mu’âviye “radıyallahü anh” vefât etmişdir, dediler. Hazret-i Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü anh” mubârek başını ve yüzünü göstererek; (Bundan akan kan ile bu bulaşmayınca, Mu’âviye vefât eder mi) buyurdu. O üç kimse bu haberi Mu’âviyeye “radıyallahü anh” iletdiler. Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” anladı ki, kendisi Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden sonra kalacakdır ve hem de kazâ-i ilâhî ile öyle oldu.(Şevâhid-ün nübüvve)den alınmışdır.
Altmışüçüncü Menâkıb: Rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Vedâ haccından dönerken, Gadîrhum denilmekle ma’rûf menzilde nemâzdan sonra, Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerine dönüp buyurdular ki, (Ben mü’minlere nefslerinden dahâ sevgili, dahâ yakın değil miyim.) Orada hâzır olanlar ittifâkla tasdîk edip, dediler, (Evet, yâ Resûlallah.) Sonra hazret-i Alînin elinden tutup, buyurdu ki: (Ben kimin mevlâsı isem, Alî onun mevlâsıdır.) [Beni seven Alîyi sever.] (Yâ Rabbî, ona düşmanlık edene düşmanlık et. Onun ile dost olana dost ol. Onu hor tutanı hor tut. Ona yardım edene yardımcı ol. Nerede olur ise olsun, ona hakkı, doğruyu bildir.)
(Kıt’a):
Gel ey Resûlün rızâsını isteyen,
Onu seveni sev, düâsını rehber et.
Sana ilâhî kılınç çekilmesin diyorsan,
Allahın arslanına buğz etme, muhabbet et!
Altmışdördüncü Menâkıb: Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, bir mikdâr henüz toprakdan ayrılmamış altını Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrlarına getirdi. Hazret-i Resûl-i ekrem ve Nebiyyi muhterem “sallallahü aleyhi ve sellem” onu Necd ehline taksîm eyledi. Kureyş ve ensâr dediler ki: Yâ Resûlallah! Bizi bırakıp da Necd ehline taksîm buyurdun. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bunu, onun için onlara taksîm etdim ki, ehl-i islâm ile ve müslimânlar ile ülfet etsinler!) Bu sözleri söylediği sırada bir şahs çıka geldi.