Kur’ân-ı kerîmin îcâzından biri de nazmının şâmil olduğu haberlerdir. Geçmiş asrlarda ve beldelerde, geçmiş ümmetlerin vak’alarını ve dinlerindeki hükmleri bildirmesidir. Ehl-i kitâbın âlimleri, ömürlerini bunları araşdırmak ve öğrenmek için harcamışlar ve tam olarak öğrenememişlerdir. Ehl-i kitâb âlimlerinin Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” gelerek görüşüp, konuşdukları ma’lûmdur. Çok kerre ehl-i kitâb âlimleri, Resûlullaha süâl sorarlardı ve süâllerini cevâblandıran âyet-i kerîmeler nâzil olurdu. Hepsi tasdîk ederler, inkâr etmeğe mecâlleri kalmazdı.
Kur’ân-ı kerîm, gayba âid ve gelecekde olacak hâdiseleri bildirmesi bakımından da mu’cizedir. Bunlardan bir kısmı vâki’ olmuşdur. Bir kısmı da şübhesiz vukû’ bulacakdır.
Kur’ân-ı kerîmin mu’cize yönlerinden biri de kıyâmete kadar korunmasıdır. Allahü teâlâ [Hicr sûresi 9.cu âyetinde meâlen] (Doğrusu, kitâbı [Kur’ân-ı kerîmi] Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz) buyurdu. Kur’ân-ı kerîm, tahrîf edilmeden ve değişdirilmeden gelmişdir. Nice mülhidler ve zındıklar ve bilhâssa karâmıta fırkası onu değişdirmek için uğraşmışlardır. Bir kelimesini ve bir harfini dahî değişdirememişlerdir. Kıyâmete kadar da değişdirilemeyecekdir.
Kur’ân-ı kerîmin îcâz yönlerinden biri de pek çok mu’ârızı olmasına rağmen, asrlarca değişdirilmekden korunması, beşer tâkatının dışında olmasıdır. Mugayyebâtdan haber vermesi, münâfıkların ve ehl-i kitâbın gizlediği şeyleri haber vermesi de Kur’ân-ı kerîmin îcâzındandır.
Kur’ân-ı kerîmin mu’cize yönlerinden biri de şudur: Onu okuyanları ve dinleyenleri bir heybet ve ürperti kaplar. Nakl edilmişdir ki, birgün Utbe bin Rebîa, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem”, yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Senin getirdiğin din, kavminin dînine muhâlifdir, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona, Fussilet sûresinden, Ad ve Semûd kavminin helâk edilişlerini bildiren âyet-i kerîmeleri sonuna kadar okudu.