Hattâ onu yanına çağırıp, güler yüzlü ve hoşnûd davrandı. Oradan ayrılınca, Ca’fer-i Sâdıka “radıyallahü anh” halîfe sana çok kızmışdı, sen gelip dudaklarını oynatdıkca, onun kızgınlığı yavaş yavaş söndü. Hangi düâyı okuyordunuz, diye sordum. Dedem hazret-i Hüseynin “radıyallahü anh” düâsını okuyordum. Bu düâ şöyledir buyurdu: “Yâ uddetî inde şiddetî ve yâ gavsî inde kürbetî ührüsnî biaynikelletî lâtenâmü ve ekfinî bi rüknike ellezî lâ yerâmu”. [Ey, zorlukda dayanağım ve ey sıkıntıda hakîkî mededkârım! Dâimî görmekliğin ile beni koru ve nihâyetsiz kudret ve kuvvetinle bana kâfi’ ol!] Rebi’ demişdir ki, bu düâyı ezberledim. Bana ne zemân bir musîbet gelse, bu düâyı okur, kurtulurdum. Sonra o ölen şahsa niçin kendi yemîninden başka bir yemîn etdirdiniz diye sordum. Bir kul Allahü teâlâyı vahdâniyyet ve azamet ile zikr ederse, Allahü teâlâ o kuluna rahmet ve re’fet (koruma) ile nazar eder ve cezâsını gecikdirir. O kimseye işitdiğin gibi yemîn verdim ve gördüğün gibi Allahü teâlâ onun cezâsını çabuk verdi.
• Halîfe Mensûr, kapıcısına, Ca’fer-i Sâdık “radıyallahü anh” bana geldiği zemân, benim yanıma girmeden onu öldür, diye emr etdi. Ca’fer-i Sâdık bir gün halîfe Mensûrun bulunduğu yere geldi ve yanına girip oturdu. Kapıcı içeri girip, onu halîfe Mensûrun yanında gördü ve şaşırdı. Bir müddet sonra Ca’fer-i Sâdık “radıyallahü anh” ayrılıp gitdi. Mensûr kapıcısını yanına çağırıp, sana ne emr etmişdim, dedi. Kapıcı yemîn ederek, Ca’fer-i Sâdıkı sâdece senin yanında gördüm. Girerken de, çıkarken de görmedim, dedi.
• Halîfe Mensûrun yakınlarından biri şöyle anlatmışdır: Bir gün Mensûrun yanına gitmişdim. Onu düşünceli gördüm. Ey mü’minlerin emîri, neden düşüncelisiniz, diye sordum. Ehl-i beytden çok kimseleri öldürdüm. Fekat, onların rehberini bırakdım, dedi. O kimdir, diye sordum. Ca’fer bin Muhammeddir, dedi. O Allahü teâlâya ibâdet ile meşgûldür. Dünyâya aslâ önem vermez, dedim. Bana, sen onun halîfe olmasını istiyorsun, ama olmayacakdır. Ben en son bu gece, kalbimi onunla meşgûl etmekden kurtarmak istiyorum, dedi.