Kabına su doldurup verdiler. Her ne zemân abdest almak istese, o kabda su bulur, içmek istediği zemân da aynı kabdan süt çıkardı.
Nemâz kılmağa başladığı zemân, şeytân yılan şekline girer, gömleğinin içine girip, yeninden çıkıp giderdi. Âmir bin Abd-i Kays hazretlerinde hiçbir değişiklik olmazdı. Bu yılanı niçin kendinden uzaklaşdırmıyorsun dediklerinde, Allahü teâlâdan başkasından korkmakdan, Allahü teâlâdan utanırım. Yılanın gömleğime girip çıkdığından haberim olmuyor, buyurdu.
ZÂDÂN-I KİNDÎ “rahmetullahi aleyh”
Kûfeli olup tâbi’îndendir. Bir gün, yâ Rabbî ben açım, dedi. Evinin penceresinden kocaman bir ekmek yanına indi.
ZERÂRE BİN ÛFÎ “rahmetullahi aleyh”
Tâbi’înden ve Basralı idi. Bir gün mescidde imâmlık yapıp nemâz kıldırırken; meâl-i şerîfi, (O sûra üfürüldüğü zemân var ya, işte o gün zorlu bir gündür.) olan, [Müddessir sûresi 9-10.cu] âyet-i kerîmeleri okuyunca, hemen düşüp vefât etdi.
SA’ÎD BİN MÜSEYYİB “rahmetullahi teâlâ aleyh”
Medîneye bir vâlî ta’yîn olmuşdu. Zeynel’âbidîn Alî bin Hüseyn, Kâsım bin Muhammed, Sâlim bin Abdüllah “radıyallahü anhüm” ve Kureyşden bir gurub kimse vâlîyi görmeğe gitdiler. Vâlî onlara, Sa’îd bin Müseyyib içinizde hanginizdir, diye sordu. Zeynel’âbidîn Alî bin Hüseyn “radıyallahü anh”, o mescidden ayrılmaz, âmirlerin yanına gitmez, diye cevâb verdi. Vâlî, sen, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” torunusun, Kâsım hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü anh”, Sâlim hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” torunudurlar. Siz geliyorsunuz da, Sa’îd bin Müseyyib niçin gelmiyor, dedi. Yemîn ederek onun boynunu vuracağım, dedi. Bu sözünü üç kerre tekrârladı.