Hâfız Ahmed ibni Teymiyye, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” rûhuna, ancak islâmiyyetin izn verdiği şey, meselâ, salevât ve ezân düâsı okunur. Kur’ân-ı kerîm okunamaz dedi ise de, (Fetâvâ-i fıkhiyye) kitâbında buyuruyor ki, sevâb hediyye etmek için, izn lâzım değildir. Nitekim, Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ”, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” için, vefâtından sonra, ömre yapdı. Hâlbuki, ömre yapmasını vasıyyet etmemişdi. Bunun gibi, İbnül-muvaffık, Cüneyd-i Bağdâdî için yetmiş hac yapdı. İbni Serrâc, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” için, onbinden fazla hatm okudu ve kurban kesdi. (Fetâvâ-i hadîsiyye) sâhibi buyuruyor ki, ümmetin hediyyeleri sebebi ile Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” derecesi yükselir. Nitekim, kendisi, (Yâ Rabbî! İlmimi artdır!) diye düâ buyururdu.
Kabr ziyâret ederken, kabr üzerinde oturmak, uyumak mekrûhdur. Mezârlıkdaki yolu, kabrler üzerinde, sonradan yapılmış zan eden kimse, bu yoldan geçmez. Bir kabre Kur’ân-ı kerîm okumak için, yanındaki eski kabrlerin üstüne basmak ve oturmak îcâb ederse, mekrûh olmaz. Yeni kabr üzerine, yine oturulmaz.
Mezârlıkdaki yeşil otları, dalları koparmak da mekrûhdur. Kuru otları koparmak câizdir. Kabr üzerine çiçek ve ağaç dikmek meyyite fâidelidir, iyidir. Buna verilecek parayı, nemâz kılan fakîre sadaka vermek dahâ iyidir.
(Fetâvâ-ı Hindiyye)de, Kerâhiyyet kısmının onbirinci bâbında diyor ki, (Kabristânda bulunan ağaç, orası kabristân yapılmadan evvel yetişmiş ise, toprak sâhibinin mülkü olur. Ağacı ve meyvelerini dilediğine verir. Sâhibsiz toprak olup, halk tarafından kabristân yapılmış ise, ağaçlar, meyveler ve toprak, önceden gelen âdete göre kullanılır. Ağaçlar, kabristân yapıldıkdan sonra yetişmiş ise, bunları diken ma’lûm ise, o kimsenin mülkü olurlar. Bunları ve meyvelerini fakîrlere sadaka verir. Ağaçlar, kendiliklerinden yetişmiş iseler, diken kimse bilinmiyorsa, hâkimin karârı ile amel olunur. İsterse, satdırıp, parasını kabristânın ihtiyâclarına sarf etdirir. Şehrde olsun, köyde olsun, ağaçdan sokağa düşmüş, ceviz gibi çürümiyen meyveleri, sâhibinin izn vermiş olduğu haber alınırsa, alıp yimek câiz olur. Çürüyecek meyve ise, sâhibinin yasak etdiği bilinmedikce alıp yinilebilir. Alıp, evine götürmek câiz değildir. Nehrin götürdüğü meyveleri, tahta parçalarını alıp toplamak câizdir. Sokakda çeşidli yerlerden toplanan ceviz dâneleri, satılabilecek mikdârı bulsa dahî, halâl olur. Hepsini birlikde, bir yerde bulursa, (lukata) olur). Vakf kabristândaki ağaçlar, meyveler, vakfın şartına göre kullanılır. Şartı bilinmiyorsa, hâkimin karârı ile amel olunur. (Hindiyye)de ve (Kâdîhân)da, lukata ve vakf bahsleri sonuna bakınız!
Cenâzeyi gündüz gömmek müstehab olup, gece gömmek de câizdir.
Kemikleri kırmak, açıkda bırakmak, yakmak, diriye olduğu gibi, ölüye de eziyyet verir, harâmdır. Zimmînin, ya’nî gayr-i müslim vatandaşların da kemiklerini kırmak, yakmak câiz değildir. Çünki bunları, diri iken incitmek harâm olduğu gibi, ölülerini de incitmek câiz olmaz. Ehl-i harbin kabrini açmak câizdir. Onların ölüsünü de yakmak câiz değildir. (Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki, (Hindistânda, Berehmen kâfirleri, mevtâlarını Ganj [Kenk] nehrine atıyorlar. Timsahlar parçalıyor, yiyorlar. Pis kokular ve kolera gibi, sârî hastalıklar hâsıl olduğundan, ma’bedlerinde yakıp, küllerini bu nehre atmağa başladılar.) Abdül’Azîz Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Abese sûresinin tefsîrinde diyor ki, (Allahü teâlâ, meyyitin toprağa gömülmesini emr eyledi. Hindû kâfirleri ölülerini yakıyorlar. Ölü yakılınca, beden gözden gayb oluyor. Rûhun beden ile bağlılığı hiç kalmıyor. Ölü gömülünce, rûh bedene ve bedenin bulunduğu mezâra bağlı kalır. Rûhun bağlı bulunduğu belli yer olur. İnsanlar burasını ziyâret ederek, rûhları meyyitin rûhu ile tanışırlar. Fâideleşirler. Okunan âyetlerin, düâların ve sadakaların sevâbları rûha kolay vâsıl olur. Dirilerin de, Evliyânın, sâlihlerin rûhlarından istifâdeleri kolay olur). Bundan sonraki, altmışıncı maddede, bu konu dahâ geniş açıklanmışdır.