Arsanın yehûdîlere âid olduğu anlaşılarak, mahkeme, câmi’in yıkılmasına, arsanın yehûdîlere verilmesine karâr veriyor. Adâlete bakınız!
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İyi huyları temâmlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim). Bir hadîs-i şerîfde, (Îmânı yüksek olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır!) buyuruldu. Îmân bile, ahlâk ile ölçülmekdedir! (İslâm ahlâkı) kitâbında, islâmın güzel ahlâkı yazılıdır.
İslâmiyyete karşı olan câhiller, ahlâkla da hiç hücûm edemedikleri için, müslimân yavrularını aldatmak, bu ma’sûmların îmânını çalmak için, (İngiliz üsûlü) ile, ya’nî yalan ile, iftirâ ile, alçakca hücûm ediyorlar. Çok def’a, müslimân şekline girip abdestsiz, guslsüz nemâz kılarak, câmi’ yapılırken para vererek, müslimân görünüyorlar. Yalanlarına, hîle ve uydurmalarına inandırmağa çalışıyorlar.
Mevkı’i, etiketi ne olursa olsun, dîne saldıranların, din câhili oldukları, islâmiyyetden birşey bilmedikleri anlaşılır.
Kâfirlerin tuzaklarına düşmemek için ne lâzım olduğunu Peygamberimiz bildiriyor: (Nerede ilm varsa, orada müslimânlık vardır. Nerede ilm yoksa, orada kâfirlik vardır!) buyuruyor. İşte burada da, ilmi emr etmekdedir.
O hâlde, kâfirlere aldanmamak için dînimizi öğrenmekden başka çâre yokdur.
Dînimizi nereden öğreneceğiz? Gençleri aldatmak için iftirâ ve yalanlarla hâzırlanan veyâ papas, mason kitâblarından terceme edilmiş olan süslü yazılardan, radyolardan, filmlerden, gazetelerden mi? Yoksa, para kazanmak için yanlış kitâbları, Kur’ân tercemeleri yazan câhillerden mi? 1960 senesi Ramezân-ı şerîfinde de Moskova radyosu, çok iğrenç, pek alçak yalanlarla, islâmiyyete küstâhca saldırdı. Düşman filmleri, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hayâtını, islâm târîhini, yanlış, iğrenç olarak gösteriyor, uydurma resmler yapıyorlar. Müslimânlar, bu bozuk filmleri, doğru sanarak, seyr ediyor. Dinleri, îmânları bozuluyor. Düşmanların radyosu, filmleri, mecmû’aları, böyle yaylım ateşine devâm etmekdedir. Bu hücûmlardan korunmak için, dînimizi nereden öğrenelim!
Gözü ağrıyan kime baş vurur? Çöpçüye mi, avukata mı, matematik öğretmenine mi, yoksa göz mütehassısı olan doktora mı? Elbet, mütehassısa gidip, çâresini öğrenir. Dînini, îmânını kurtarmak için çâre arayanın da, avukata, matematikçiye, gazeteye, sinemaya değil, din mütehassısına baş vurması lâzımdır. Din mütehassısı nerede ve kim? Beyrutda, Mısrda, Sûriyede, Irâkda arabca öğrenen tercümânlar mı? Hayır. Din mütehassısları, şimdi toprak altında! Dünyâda bulmak çok güc!
Din âlimi olmak için, edebiyyât ve fen üzerinde, fen ve edebiyyât fakültelerinden diploma almış olanlar kadar bilgi sâhibi olmak, Kur’ân-ı kerîmi ve ma’nâlarını ezberden bilmek, binlerle hadîs-i şerîfi ve ma’nâlarını ezber bilmek, islâmın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek, dört mezhebin inceliklerine vâkıf olmak, bu ilmlerde ictihâd derecesine yükselmek, tesavvufun en yüksek derecesi olan (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) denilen kemâle yetişmiş olmak lâzımdır. Böyle bir âlim şimdi nerede? Şimdi, din adamı tanınanlar, mükemmel arabca bilenler, acabâ bu büyüklerin kitâblarını okuyabilir ve anlıyabilir mi? Şimdi böyle bir âlim meydâna çıksa idi, kimse dîne saldıramaz, hayâsızca iftirâlar savuran kahramânlar(!) kaçacak yer arardı. Eskiden medreselerde, câmi’lerde, zemânın fen bilgileri de okutulurdu. İslâm âlimleri fen bilgilerini öğrenmiş olarak yetişirdi. Sultân Abdülmecîd zemânında, mason Reşîd pâşanın, ingiliz sefîri ile berâber hâzırladığı ve 26 Şa’bân 1255 [m. 1839] da i’lân etdiği tanzîmât kanûnu, fen derslerinin medreselerde okutulmasını yasakladı. Böylece, din adamlarının câhil olmalarına ilk adım atıldı.
Hakîkî din âlimi, vaktîle çok vardı. Bunlardan biri, imâm-ı Muhammed Gazâlîdir “rahmetullahi aleyh”. Din bilgilerindeki derinliğine, ictihâdda derecesinin yüksekliğine, eserleri şâhiddir. Bu eserleri okuyup anlıyabilen, onu tanır. Onu tanıyamıyan, kendi kusûrunu Ona yüklemeğe yeltenir. Âlimi tanımak için, âlim olmak lâzımdır.