İbni Âbidîn, onbirinci sahîfede, bunu açıklarken buyuruyor ki, (Zekâtları karışdırınca, kendi mülkü olur. Fakîre, kendi malını vermiş olur). Zenginlerin izni ile karışdırmış ise veyâ karışdırdıkdan sonra ve fakîrlere vermeden önce izn almış ise, câiz olur. Fakîrlerin vekîli olan kimse, aldığı zekâtları, habersiz karışdırıp, sonra fakîrlere dağıtması câizdir. Zenginlerin vekîlinin de, bunlardan iznsiz karışdırdıkdan sonra vermesi câiz olur da denildi. Bir zengin, bir kimseye benim için, şu kadar altın zekât ver dese [veyâ başka memleketde bulunan bir kimseye mektûbla bildirse], bu kimse de emr olunan bu altınları, kendi kâğıd parası ile satın alıp, fakîrlere verse, câiz olur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bu kimse, sonra parasını zenginden isteyebilir. İmâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, (Sonra sana öderim dedi ise, istiyebilir. Öderim demedi ise, isteyemez). Vekîl elindeki zekâtı, zenginin emr etmediği fakîrlere verse, sonra zengin kabûl ederse, câiz olur denildi. Benim için fakîre sadaka ver diyen kimse, sonra sana öderim demedi ise, ödemez. Zengin, kendi vekîline, fakîrlere dağıtması için istediği kadar zekât verebilir. Fakîrlerin vekîli, her fakîr için, nisâb mikdârından fazla zekât alamaz. Zekâtın, fakîr vekîlinin eline girmesi, fakîrin eline girmesi demekdir. Fakîr bu mala mâlik olur. Vakf hayvanlarının ve vakf ticâret malının zekâtı verilmez.
ALTIN, GÜMÜŞ ve TİCÂRET MALI ZEKÂTI — Canlı, cansız her mal, meselâ yerden, denizden çıkarılmış tuzlar, oksidler, naft, ya’nî petrol ve benzerleri, ticâret yapmak için, ya’nî satmak için satın alındıkları zemân, (Ticâret eşyâsı) olurlar. Altın ile gümüş her ne niyyet ile olursa olsun, hep ticâret eşyâsıdır.
Ödünc alma karşılığı olan borclar ve zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zemânı gelmiş olan müeccel [taksîdli] kul borcları, nisâb hesâbına katılmaz. Ya’nî bunlar, altın ve gümüşden ve ticâret eşyâsından elde mevcûd olanların ve alacakların kıymetinden çıkarıldıkdan sonra, kalanlar, nisâb mikdârı olursa, bir sene sonra zekâtlarını vermek farz olur. Zekât farz oldukdan sonra yapılan borclar özr olmaz, bunların zekâtı verilir. Geçmiş senelerin ödenmemiş zekâtları kul borcu sayılır. Müeccel olan, ya’nî zekât farz oldukdan sonra, belli zemânda ödenecek olan eski borcların, meselâ talâk vaktine müeccel mehrin nisâb hesâbına katılacaklarını, ya’nî zekâtlarının verileceğini bildiren kitâblar İbni Âbidînde yazılı ise de, bunların nisâba katılmamasının sahîh olduğu (Dürr-ül-muhtâr), (Hindiyye), (Dürr-ül-müntekâ), (Dâmâd) ve (Cevhere)de yazılıdır. Hac, nezr ve keffâret için saklanan paraların zekâtı verilir. Çünki, kul borcu değildirler. Elinde nisâb mikdârı altını veyâ gümüşü olan, yıl sonuna doğru birkaç teneke arpa ödünç alsa, yıl sonunda bu arpa da elinde bulunsa, zekât vermesi lâzım olmaz. Çünki borc, önce zekât malından ödenir. Zekât hesâbına katılmıyan arpadan ödenmesi düşünülemez.
Alacaklara gelince, İmâm-ı a’zama göre, üç dürlü alacak vardır:
1 — (Deyn-i kavî), ödünc verilen zekât malı ve zekât malının satışı karşılığı alınacak olan (Semen)dir. Nisâb hesâbına katılır. Alınacak para veyâ bunun ile yanında bulunanın toplamı nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra, eline geçen her mikdârın kırkda birini hemen vermesi farz olur. İki sene sonra eline geçenin iki yıllık, üç sene sonra geçenin üç yıllık zekâtını verir. Meselâ, üçyüz dirhem gümüş alacağı olan, üç sene sonra, ikiyüz dirhem alırsa, bunun, üç yıl için, beşer dirhemden, onbeş dirhem zekâtını verir. Almadan önce zekâtını vermesi lâzım olmaz. Kirâcı, mal sâhibinin izni ile, kirâ karşılığı ta’mîr yaparsa, bu masrafı mal sâhibine ödünc vermiş olur. (İbni Âbidîn).
2 — (Deyn-i mütevassıt), ticâret malı olmıyan zekât hayvanlarının ve köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâc maddelerinin satışları karşılığı ve binâların kirâ alacaklarıdır. Nisâb hesâbına katılır. Nisâba mâlik oldukdan bir sene sonra, eline nisâb mikdârı veyâ dahâ çok geçince, her sene için, aldığının kırkda biri hemen verilir.