Ta’lîmli yeni askeri gören yeniçerilerden, Karadeniz buğazı tabyalarında bulunanlar, Kabakcı Mustafâ kumandasında ısyân etdi. Pâdişâh, müslimân kanı dökülmesini istemedi. Bütün ilerlemeler durdu. Selîm hânı şehîd etdiler. İkinci Mahmûd hân-ı Adlî, evvelâ dinsizleri terbiye ve itâ’ate getirdi. [1227] de Rusya ile sulh yapdı.]
[1226] da Mısr vâlîsine fermân buyurularak, Mehmed Alî pâşa, müslimânlar arasındaki bölücülüğü önlemek için, oğlu Tosun pâşayı Hicâza gönderdi ise de, sulh ve sükûnu temîn edemedi. Madde başından buraya kadar yazılanların çoğunu (Hülâsat-ül-Kelâm) ve (Mir’ât-ül-Haremeyn) kitâblarından aldım. Kendimin bir fikri katılmamışdır. Bu yazıların vesîkalarını arzû eden, mezkûr iki kitâbı ve (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının (Müslimâna nasîhat) kısmını mütâle’a buyursun!
Mekke-i mükerreme ile Medîne-i münevvere, Osmânlılar tarafından adâlet ve hurmet ile idâre edilip, milyonlar sarf edilerek, mukaddes makâmlar ta’mîr ve tezyîn edildi. Haremeynin mubârek ehâlîsi, râhat ve refâh içinde yaşadı. Bu se’âdet zemânı, birinci cihân harbine kadar devâm etdi. Birinci cihân harbi [1332 (m. 1914)-1336 (m. 1918)] sonunda, islâm ittihâdını parçalamak arzûsuna kavuşan düşmanlar, Mekke emîri olan şerîf Hüseyn bin Alîyi ve ileri gelenleri, Hicâzdan çıkardılar. Bütün dünyâya da, kaçdı diye bildirdiler. Necdde yaşıyan Abdül’azîz bin Sü’ûd, 1344 [m. 1926] senesinde Mekkeye gelerek yeni bir hükûmet kurdu.
Osmânlılar devrinde, vehhâbîlik ingiliz câsûsları ve paraları vâsıtası ile, Hindistâna ve Afrikaya yayıldı. Bağdâdda, şî’îlik yerleşdiği gibi, Mısr din adamları da vehhâbîliğe kaymağa başladı. Çok okumuş, çok kitâblar yazmış olan Mısrlı Muhammed Abdüh, masonların, islâmiyyeti yok etmek için girişdikleri savaşda, en te’sîrli silâhları olan (İslâm memleketlerine asrîlik, modern ismi altında, dinsizlik sokmak) propagandalarına aldanarak, Ehl-i sünnet vel-cemâ’ati temâmen bırakdı. Âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere kendi aklı ile, garblılaşmağa uyacak ma’nâlar vererek, Selef-i sâlihînin yolundan ayrıldı. Kitâblarının bir kısmı, o yolda olanlar tarafından türkçeye çevrilmiş, büyük islâm âlimi(!) Abdühün eserleri diye, gençliğin önüne sürülmüşdür. Abdühün ve Cemâleddîn-i Efgânînin mason oldukları, kitâbımızın sonundaki, Abdüh kelimesinde yazılıdır. Muhammed Arabînin Mekkede basılan (İfâdet-ül-ahyâr) kitâbında ve şeyh-ül-islâm Mustafâ Sabri efendinin (Mevkıf-ül-akl vel-ilm vel-âlem) kitâbında ve Câmi’ul-ezher medresesi yüksek ilm kurulu üyesi Yûsüf-i Decvînin [1966] da Mısrda çıkan (Câmi’ul-ezher Mecellesi)ndeki yazılarında, bunların islâmiyyete uymıyan fikrleri, kuvvetli delîllerle red edilmekdedir. Vaktiyle ibni Teymiyye de, ilminin çokluğuna aldanarak, dalâlete düşmüşdü. Fekat bu kadar taşkınlık yapmamışdı.
Hakîkî din adamının, Ehl-i sünnet âlimlerinin ve mezheb imâmlarımızın verdikleri ma’nâları ve çıkardıkları hükmleri yazması ve onları değişdirmeden söylemesi, milletin ve gençliğin kafasında, Ehl-i sünnet âlimlerinin ismlerini ve büyüklüklerini yerleşdirmesi lâzımdır. Seyyid Kutb denilen kimse de, eğer islâm âlimlerinin tefsîrlerini, meselâ, tefsîrde ve fıkhda ihtisâs kazanmış ve tesavvufda (Ma’rifet-ullah) ile şereflenmiş olan, Ehl-i sünnetin gözbebeği Senâullah-i Dehlevî hazretlerinin (Tefsîr-i Mazherî)sini okumuş olsaydı, islâm âlimlerinin yüceliğini anlar, haddini bilerek, derme çatma yazılarını tefsîr diye ortaya koymağa belki sıkılırdı. (Berîka)da, dil âfetlerinin ellincisinde, (Tefsîr yazanın onbeş ilmde mâhir olması lâzımdır) diyor. Bunları bilmiyenlerin hadîs ve tefsîr okumağa kalkışması, mi’de hastasının, kuvvetlenmek için, baklava, börek yimesine benzer. Hâlbuki, bu hastanın, önce perhîz yapması, sonra, kuvvetli yimeğe başlaması lâzımdır. İşte, bizim gibi, ana ilmleri okumayanlar, din öğrenmek için, Kur’ân tercemesi, tefsîr, hadîs okumağa kalkışırsak, bunları kavrayamayız. Yanlış anlıyarak, dînimizi, îmânımızı da gayb ederiz. Ana yuvasından almış olduğu ve senelerce, titizlikle sakladığı kıymetli îmânını gayb eden birkaç ilerici kimse ile karşılaşdım. Bunların irtidâdına sebeb olan, zihnlerindeki şübhenin nasıl meydâna geldiğini sordum. Elmalı tefsîrini okuyunca, böyle olduğunu anladım dediler.