Sü’ûdî Arabistândan dağıtılan sayısız altınlar, bu saldırganlığın dünyânın her yerine yayılmasını sağladı. Pâkistândan, Hindistândan ve Afrika milletlerinden gelen haberlerden anlaşıldığına göre, din bilgisi ve Allah korkusu olmıyan ba’zı din adamları, bu saldırganlara destek olarak mevkı’lere ve apartmanlara kavuşmuşlardır. Bilhâssa gençleri aldatarak, Ehl-i sünnet mezhebinden ayırmak için yapdıkları hıyânetleri, bu habîs kazançlarına sebeb olmakda imiş. Medreselerdeki talebeyi, müslimân yavrularını aldatmak için yazdıkları kitâblardan birini getirtdik:
Kitâbın bir yerinde, (Bu kitâbı, mezheb te’assubunu kaldırmak ve herkesin kendi mezhebi içinde kavgasız yaşamasını sağlamak için yazdım) diyor. Bu adam, mezheb te’assubunu kaldırmağı, Ehl-i sünnete saldırmakda, Ehl-i sünnet âlimlerini küçültmekde gördüğünü söylemekdedir. İslâm dînine hançer saplamakda, bunu müslimânların kavgasız yaşaması için yapdığını söylemekdedir. Kitâbın bir yerinde, (Düşünen bir insan, düşüncesinde isâbet ederse, on misli ecr alır. Hatâ ederse, bir ecr alır) diyor. Buna göre her insan, ya’nî ister hıristiyan olsun, ister müşrik olsun, bir kimse, her düşüncesinde ecr alacak. Hem de doğru olanlarında on sevâb! Bakınız, Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîfini nasıl değişdiriyor? Nasıl hiyle yapıyor? Hadîs-i şerîfde, (Bir müctehid, âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîfden [amele âid] bir hükm çıkarırken, isâbet ederse, buna on sevâb verilir. Hatâ ederse, bir sevâb verilir) buyuruldu. Hadîs-i şerîf, bu sevâbların her düşünene değil, ictihâd derecesine yükselmiş olan islâm âlimine verileceğini, buna da, her düşünmesine değil, Nasslardan [amele âid] ahkâm çıkarmak için çalışmasında verileceğini göstermekdedir. Çünki, bu çalışması ibâdetdir. Her ibâdete verildiği gibi, burada da sevâb verilmekdedir.
Selef-i sâlihîn zemânında ve bunların halefleri olan müctehid âlimlerin zemânında, ya’nî dörtyüz senesinin sonuna kadar, yaşama şartlarında değişmeler olunca, yeni hâdiseler ortaya çıkınca, müctehid olan âlimler, gece gündüz çalışarak, bu işin nasıl yapılması lâzım geldiğini, (Edille-i şer’ıyye) ismindeki dört kaynakdan bulup çıkarmışlar, bütün müslimânlar da, bu işi, kendi mezheb imâmlarının bulup anladığına uyarak yapmışlardı. Yapanlar da, on veyâ bir sevâb kazanırdı. Dörtyüz senesinden sonra da, bu müctehidlerin bulduklarına uyuldu. Bu uzun zemânlarda, hiçbir müslimân, hiçbir işinde çâresiz kalmadı, sıkıntıya düşmedi. Dahâ sonra müctehidlerin yedinci derecesinde de bir âlim, bir müftî yetişemediği için, şimdi dört mezhebden birinin âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilen bir müslimândan ve onun terceme etdiği kitâblardan öğrenip, ibâdetlerimizi buna göre yapmamız ve bunlara uygun yaşamamız lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyin hükmünü Kur’ân-ı kerîmde bildirdi. Onun yüce peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm da, bunların hepsini açıkladı. Ehl-i sünnet âlimleri de, bunları, Eshâb-ı kirâmdan öğrenip kitâblarına yazdılar. Şimdi bu kitâbları dünyânın her yerinde mevcûddur. Dünyânın her yerinde, kıyâmete kadar ortaya çıkacak olan her yeni şeyin nasıl kullanılacağı, bu kitâbların bir bilgisine benzetilebilir. Bunun mümkin olması, Kur’ân-ı kerîmin mu’cizesi ve islâm âlimlerinin bir kerâmetidir. Yalnız mühim olan şey, karşılaşılan işin nasıl yapılacağını, Ehl-i sünnet olan hakîkî bir müslimândan sorup öğrenmek lâzımdır. Mezhebsiz din adamına sorulursa, fıkh kitâblarına uymayan cevâb vererek, insanı yanlış yola sürükler.
Arab memleketlerinde birkaç sene kalıp da, arabî konuşmasını öğrenip, orada zevk ve safâ ile eğlenerek ömrünü günâh işlemekle çürütüp, sonra bir mezhebsizden, bir Ehl-i sünnet düşmanından mühürlü bir kâğıd alarak, Pâkistâna, Hindistâna dönen mezhebsiz câhillerin, gençleri nasıl aldatdıklarını yukarıda bildirmişdik. Bunların sahte diplomalarını gören ve arabî konuşduklarını işiten gençler, kendilerini din adamı sanır. Hâlbuki bunlar bir fıkh kitâbını anlamakdan âcizdirler. Kitâblardaki fıkh bilgilerinden hiç haberleri yokdur. Zâten, bu islâm bilgilerine inanmazlar, gericilik derler.