[Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasındaki ayrılıkları iyi ve doğru anlamak için, güvenilen ve herşeyi açık ve ayrı ayrı anlatan i’tikâd kitâblarını okumalıdır. Sonradan yazılan târîhlere, birbirini tutmıyan çürük sözlere, böyle olan ansiklopedilere, gazetelere aldanmamalıdır!
Ne kadar şaşılır ki, Cevdet Pâşa (Kısas-ı Enbiyâ) kitâbında, (Hazret-i Alî, kendi hükûmetinin za’îflediğini, Mu’âviyenin kuvvetinin artdığını görünce, müte’essir olarak, elem çekerek, Mu’âviyeye ve ayrıca altı kişiye beddüâ etmeğe başladı. Mu’âviye, bunu işitince, o da Alîye ve ibni Abbâsa ve Hasen, Hüseyne beddüâ etmeğe başladı) diyor. Deve ve Sıffîn vak’alarını anlatırken de Eshâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân” birkaçı için şânlarına yakışmıyan kelimeler kullanıyor. Şemseddîn Sâmî de (Kâmûs-ül-a’lâm) kitâbında, hazret-i Mu’âviye ve ba’zı Sahâbî için, müslimânın söyliyemiyeceği cümleler yazarak, saygısızlık göstermekdedir. Bunun, böyle saygısızlık göstermesine, pek de şaşılmaz. Çünki bu, (Toprak) ismindeki kitâbında, Allahü teâlâya karşı da saygısızlık gösteriyor. Hâlık-ı teâlâyı, esîr, madde derekesine düşürmekden çekinmiyor. Fekat, Cevdet Pâşanın pek safcasına, Abbâsî târîhlerine, mezhebsizlerin kitâblarına aldanması, insanı hayrete düşürmekdedir. Çünki, onun (Kısas-ı Enbiyâ)sı, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hayâtını ve islâm târîhini, geniş ve açık yazan, doğru olarak tanınan, güvenilir, kıymetli bir kitâbdır. İslâm târîhini öğrenmek istiyenlere, tavsıye edilecek kitâbların önünde gelmekdedir. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasındaki muhârebeleri, bunların sebeblerini de insâflı ve doğru yazmakdadır. Meselâ dörtyüzotuzsekizinci (438) sahîfede diyor ki: (İrtidâd tehlükesi birdenbire büyüdü. Her tarafı dehşet bürüdü. Yemendeki ve başka yerlerdeki me’mûrlar geri gelmeğe, kara haberler getirmeğe başladılar. Müslimânlar karanlık gecede yağmura tutulmuş koyun sürüsü gibi şaşkına döndü. Mürtedlerin sayısı yanında müslimânlar pek az idi. Fekat, Resûlullahın halîfesi, zemân-ı se’âdetdeki gelişmeyi hiç değişdirmemeğe ve Resûlullahın niyyetlerini yerine getirmeğe karârlı idi. Mürtedlerle muhârebeyi göze aldı. Her tarafa birlikler gönderdi. Medîneye hücûma hâzırlanan düşman üzerine, gece bir şiddetli çıkış yaparak, sabâha kadar savaşdı. Hepsini dağıtdı. Yanındaki askerlerle birlikde, uzakdaki mürtedlerle muhârebeye gitmek üzere devesine bindi. Fekat, hazret-i Alî “radıyallahü anh”, halîfenin devesinin yularını tutup, ey Resûlün halîfesi! Nereye gidiyorsun? Sana Resûlullahın Uhud muhârebesinde söylediğini söylerim. O gün sana, (Kılıcını kınına sok! Ölümünle bizi yakma!) buyurmuşdu. Vallahi, sana bir hâl olur ise, müslimânlar, senden sonra düzen bulmaz dedi. Eshâb-ı kirâmın hepsi, hazret-i Alîyi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” tasdîk etdi. Halîfe hazretleri Medîne-i münevvereye döndü.
Halîfe seçilmesindeki sert konuşmalarından hemen sonra, birbirlerine karşı olan sevgilerine bakınız! Kimseye boyun eğmeyen, halîfe seçimine çağrılmadı diye, hazret-i Ebû Bekre oy vermesini gecikdiren, Allahın arslanı, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” şimdi onun muhârebeye gitmesini önlüyor. Eğer, kalbinde ona karşı ufak bir kırıklık olsaydı, halîfe harbe gitsin de, ona birşey olursa, yerine ben geçerim diye düşünür, hiç olmazsa, gitmesine karışmazdı.
Hazret-i Sıddîk gibi, din uğrunda, aslâ cânını esirgemeyen bir zâtın da, cihâd gibi mühim bir ibâdete başlarken, hiç kimsenin sözü ile, bundan vaz geçmeyeceği meydânda iken, niyyetinden dönmesi, ancak hazret-i Alînin fikrinin ve sözünün doğru olduğuna güvenmesinden ve ona uymasından ileri geldiği şübhesizdir. Hepsinin düşüncesinin ve konuşmasının, hep islâm dînine hizmet niyyeti ile olduğu, buradan da anlaşılmakdadır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birkaçının dünyâya düşkün olduğunu sanan ve yazan sapıklar, onların böyle davranmalarına dikkat etselerdi, bu büyük zâtlara karşı, kötü zanda bulunmak günâhından kurtulurlardı).