Ya’nî hareket etmeği dilemek. 4- Hareketin meydâna gelmesi. Birinci ile ikinciyi Allahü teâlâ yaratıyor. Çünki, tesavvur ile şevk, var olan şeylerdir. Var olan, yaratılmağa muhtâcdır. İhtiyâr ve İrâde-i cüz’iyye, kuldandır. Hareketi yaratan, Allahü teâlâdır. Kuldan ihtiyâr ve irâdenin meydâna gelmesi de, ancak önce tesavvur ve şevk yaratılması ile olur. Meselâ, bir kimse, sadaka vermeği ve sevâbını tesavvur eylese, kendisinde şevk veyâ nefret hâsıl olur. Bunu ihtiyâr ve irâde eder veyâ etmez. Şevk, irâde demek değildir. Nefret de, irâdeyi kullanmamak değildir.
Allahü teâlânın kazâsı, takdîri ve Levh-i mahfûza yazması, ilm-i ezelîsine uygundur. Bilgisi de, bildiği şeylere tâbi’dir. Ya’nî herşeyi, ileride ne zemânda ve nasıl olacak ise veyâ olmıyacak ise, ezelde öylece bilmişdir. Bildiğini takdîr eder ve yazar. Bundan dolayı, cebr olmaz. İlerdeki şeyler, ilmine tâbi’ olsaydı, cebr lâzım gelirdi. Allahü teâlânın ilmi, eşyânın yaratılmasını ve sıfatlarını, hâllerini îcâb etseydi, cebr olurdu. Fekat, böyle değildir. Bunun aksinedir. Allahü teâlânın yardımı ile sözümüz temâm oldu.
(Dürr-i yektâ) şerhinin sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (İnsanların kalbleri ile veyâ bedenleri ile yapdıkları her işin ve canlılarda ve cansız şeylerde meydâna gelen her işin, Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve halk etmesi ile olmalarına (Kader) ve (Takdîr) denir. İnsan birşeyi yapmağı veyâ terk etmeği ihtiyâr ve irâde eder ya’nî kuvvetini kullanır. Sonra, Allahü teâlâ da, bunu irâde eder, kudretini kullanırsa, bu şey olur. İlk ikisine (Kesb), son ikisine (Halk) denir. Bu şeyi Allahü teâlâ, beğenirse (Tâ’at) olur. Bunun için, insana âhıretde (Sevâb) verilir. Bir tâ’at yapılırken, sevâb kazanmak niyyet edilirse, (Kurbet) olur. Beğenmezse (Ma’sıyyet), ya’nî günâh olur. Âhıretde (İtâb) veyâ (İkab) olunur. Mekrûh işliyen veyâ müekked sünneti özrsüz terk etmeği âdet edinen, itâb olunur, azarlanır. Farzı terk eden veyâ harâm işliyen, tevbesiz ölür ve şefâ’ate, afva kavuşmazsa, ikab olunur, yanar. İnsanda ihtiyâr ve irâde ve kudret, ya’nî kesb bulunduğuna inanmıyan (Mürted) olur.)
BİR İHTİYÂR MÜSLİMÂNIN, KIZINA NASÎHATI VE
MÜNÂCÂTI
1 — SE’ÂDET NEDİR?: Dünyâdaki bütün insânlar mes’ûd olmak ister. Fekat, mes’ûd olan, pek azdır. Neden bu böyledir? Çünki, se’âdetin neden ibâret olduğu bilinmiyor. Asl iş, se’âdetin ne olduğunu bilmekdedir. Se’âdet, yalnız dünyâ se’âdetinden ibâret değildir. Aksine, asl se’âdet âhıret se’âdetini elde etmekdir. Âhıret se’âdeti nasıl elde edilir? Âhıret se’âdeti için Allahü teâlânın kanûnlarına ve emrlerine [ya’nî Kur’ân-ı kerîme ve Peygamberimizin “aleyhisselâm” sözlerine] itâ’at etmek lâzımdır. Allahü teâlânın emrleri arasında: Öldükden sonra tekrâr dirilmek, (ya’nî âhırete) inanmak da vardır. Cenâb-ı Hak âhıretin nihâyetsiz olduğunu (ebedî olduğunu) bize bildiriyor. Dünyâ hayâtı ise, sayılı günlerden ibâretdir. O hâlde, se’âdet iki başlı demekdir. Biri âhıret se’âdeti, öteki dünyâ se’âdeti. Bu iki se’âdetden hangisi önemlidir? Bunu akl ve iz’ân sâhibi insanlar kolaylıkla anlıyabilir. Aklımız ve iz’ânımız âhıret hayâtının, dünyâ hayâtı ile mukâyese edilemiyecek kadar önemli olduğunu bize gösterir. Buna rağmen, insanların dünyâ için gösterdikleri gayret ve çalışmaların onda birini bile âhıret için göstermedikleri meydândadır. Bunun âkıbetinin ne kadar acı ve ne kadar korkunç olduğuna acabâ inanmıyor muyuz? İnanmıyorsak, kurtuluş ümmîdi yokdur. Allahü teâlâya inanmıyanların yeri ebedî olarak Cehennemde yanmakdır. Eğer inanıyorsak, Allahü teâlânın emrlerini yapmamak bir gaflet (bir nev’i uyku) ve bir dalâletdir. Bu uykudan uyanamıyanlara yazıklar olsun.
Dünyâ se’âdeti için söz söyleyenler, kitâb yazanlar ve bunu dikkatle okuyanlar, dinleyenler çokdur.