Hanefî mezhebinde olan kimse, dişlerini zarûret ile kaplatınca veyâ doldurunca, gusl abdesti alırken (Yâ Rabbî! Şâfi’î veyâ mâlikî mezhebine göre gusl abdesti alıyorum) diye kalbinden geçirse, gusl abdesti sahîh olur ve temiz temiz nemâz kılabilir. (Hadîka) kitâbının yediyüzdokuzuncu sahîfesinde diyor ki, (Abdest ve guslde başka mezhebi taklîd etmek câizdir. Bunun için, o mezhebin şartlarına da uymak lâzımdır. Bütün şartlarına uymazsa, taklîd câiz olmaz. Kendi mezhebine uymıyan işi yapdıkdan sonra bile, taklîd yapmak câiz olur. Meselâ Ebû Yûsüf hazretlerine, Cum’a nemâzını kıldıkdan sonra, gusl abdesti aldığı kuyuda fâre ölüsü görüldü dediler. (Şâfi’î mezhebine göre guslümüz sahîhdir. Çünki, hadîs-i şerîfde kulleteyn olan suya necâset karışınca, üç sıfatından biri değişmedikce necs olmaz buyuruldu) dedi.) Kulleteyn, iki büyük testi dolusu, beşyüz rıtldır. İkiyüzyirmi [220] kilogram sudur. (Berîka) kitâbı, burayı açıklarken, zarûret olan her işde de başka mezhebi taklîd câizdir, diyor. (Dürr-ül-muhtâr)da, nemâz vaktlerinin sonunda diyor ki, (Zarûret zemânında, başka mezheb taklîd edilir). İbni Âbidîn, bunu açıklarken, diyor ki, (Burada, iki kavlden biri bildirilmişdir. İkinci kavle göre, zarûret olsa da, olmasa da, harac, güçlük olduğu zemân, diğer üç mezhebden biri taklîd edilir. Muhtâr olan da budur. Yapılmasında güçlük olduğu zemân, kendi mezhebi kolaylık gösteriyorsa veyâ yapılmasını afv ediyorsa, başka mezhebi taklîd etmeğe lüzûm kalmaz). (Hadîka)nın ikiyüzonbirinci sahîfesinde, (Hüsn-üt-tenebbüh fit-teşebbüh) kitâbından alarak diyor ki, (Bir kimsenin nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azîmetleri bırakıp, ruhsatla amel etmesi efdal olur. Fekat ruhsatla amel etmek, ruhsatları araşdırmağa yol açmamalıdır. Çünki nefse, şeytâna uyarak, mezheblerin kolay yerlerini araşdırıp toplamak, ya’nî (Telfîk) etmek harâmdır.)]
Müşriklerin kendileri pis olsaydı, îmân edince, temiz olmamaları lâzım gelirdi. O hâlde, onlara pis denilmesi, kalblerinin pis olduğunu bildirmek içindir. Îmân edince, bu pislik gider, temiz olurlar. İ’tikâdlarının, kalblerinin pis olması, bedenlerinin pis olması demek değildir. Bu âyet-i kerîme, müşriklerin pis olduğunu haber vermekdedir. Haberi değişdirmek olmaz. Emrde ve yasakda değişiklik yapılabilir. Bir şeyin nasıl olduğunu haber vermekde değişiklik yapılmaz. [(Hadîka)da dil âfetlerini anlatırken diyor ki, (Allahü teâlâ, emr ve yasakları bildiren yirmi âyet-i kerîmede nesh, değişiklik yapmışdır). Kısasda ve haberlerde nesh yapmamışdır.] Haber değişmediği için, müşriklerin her zemân pis olması lâzım olur. Bu da, müşriklik, i’tikâd pisliğidir. Böylece, ana bilgiye uygun tefsîr yapılmış olur. Bilgiler çatışmaz. Kâfirlere ve onların eşyâsına dokunmak harâm olmaz. Birgün, bunları anlatırken, meâl-i şerîfi, (Ehl-i kitâbın, ya’nî yehûdî ve nasârânın pişirdiklerini, kesdiklerini yimeniz halâldir) olan, Mâide sûresinin beşinci âyetini okumuşdum. Siz, halâl olan, buğday, nohud ve mercimekdir demişdiniz. Bugün, bu hâle düşen müslimânlardan biri, bu sözünüzü beğenirse birşey diyemem. Fekat insâf edilirse, sözün doğrusu meydândadır. O hâlde, müslimânlara merhamet edip, kâfirlerin pis olduğunu anlamamalı ve kâfirlerle karışan, alış-veriş eden müslimânları, pis bilmemelidir. Böyle müslimânları, pis oldu sanarak, bunların yemek ve içmelerinden sakınmamalı, müslimânlardan kaçınmak, ayrılmak yoluna sapmamalıdır. Bu hâl, ihtiyât değildir. Bu hâlden kurtulmak, ihtiyâtdır. Başınızı fazla ağrıtmıyayım.
Beyt:
Az söyledim, dikkat etdim, kalbini kırmamağa,
Çekindim kalb kırmakdan, yoksa sözüm çokdur sana!
Selâm ederim.
Sabâh düâsı:
(Allahümme mâ esbaha bî min ni’metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr). 111.ci sahîfeye bakınız!