Aklı olmıyan delidir. Aklını kullanmıyan sefîhdir. Akla uygun iş yapmamak sefâhetdir. Aklı az olan da ahmakdır. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, felsefecidir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, Kur’ân-ı kerîmin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, islâm âlimleridir. O hâlde, islâmiyyetde felsefe yokdur, islâm felsefesi, islâm felesofu yokdur. Felsefenin üstünde olan islâm ilmleri ve felsefecilerin üstünde olan islâm âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vardır.
Akl, göz gibidir, din bilgileri de ışık gibidir. Ya’nî insanın aklı, gözü gibi za’îf yaratılmışdır. Gözümüz, maddeleri, cismleri karanlıkda göremiyor. Allahü teâlâ, görme âletimizden fâidelenmemiz için, güneşi, ışığı yaratmışdır. Güneşin ve çeşidli ışık kaynaklarının nûru olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlükeli cismlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, fâideli şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmıyan veyâ gözü bozuk olan, güneşden fâidelenemez. Fekat, bunların güneşe kabâhat bulmağa hakları olmaz.
Aklımız da, yalnız başına ma’neviyyâtı, fâideli, zararlı şeyleri anlıyamıyor. Allahü teâlâ, aklımızdan fâidelenmemiz için, Peygamberleri, islâmiyyet ışığını yaratdı. Peygamberler, dünyâda ve âhıretde râhat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. Tehlükelerden, zararlardan kurtulamazdık. Evet, islâmiyyete uymıyan veyâ aklı az olan kimseler ve milletler, Peygamberlerden fâidelenemez. Dünyâda ve âhıretde tehlükelerden, zararlardan kurtulamaz. Fen vâsıtaları, mevkı’, rütbe, para ne kadar bol olursa olsun, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gösterdiği yolda gitmedikce, hiçbir ferd, hiçbir cem’ıyyet mes’ûd olamaz. Ne kadar neş’eli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamakdadır. Dünyâda da, âhıretde de râhat ve mes’ûd yaşayanlar, ancak, Peygamberlere uyanlardır. Râhata, se’âdete kavuşmak için, müslimân olduğunu söylemek, müslimân görünmek yetişmez. Müslimânlığı iyi öğrenmek ve emrlere, yasaklara uymak lâzımdır].
Ehl-i sünnet âlimleri, dînimizin bildirdiklerini, akl ersin ermesin, isbât etdiler. Allahü teâlâ, onların çalışmalarına bol bol mükâfât versin! Bu bilgilerden hiçbirine, akl ermediği için, karşı gelmediler. Böylece, kabr azâbına, kabrde (Münker) ve (Nekîr) denilen iki meleğin süâl soracaklarına, sırat köprüsüne, kıyâmetdeki terâzîye hemen inandılar. Akl ermediği için, olmaz demediler. Çünki bu büyükler, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlıyabildiklerini anlatdılar. Anlıyamadıklarına öylece inandılar. Anlamadıklarına, aklımız ermediği için anlıyamadık dediler. Eski Yunan felsefecileri gibi yapmadılar. Onlar, akl eren şeylere inanıp, akllarının ermediklerine, anlıyamadıklarına inanmadılar. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilmeleri, Allahü teâlânın beğendiği şeylerden birçoğuna aklın eremediği için olduğunu bilemediler. Akl huccetdir. Fekat, tâm huccet değildir. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilmeleri ile tâm huccet olmuşdur. [Ya’nî, O büyüklerin gönderilmeleri ile, akl herşeyi öğrenebilmişdir.] İsrâ sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (Biz, Peygamber göndermedikçe, azâb yapıcı değiliz) buyruldu.
Yine sözümüze dönerek deriz ki, karşıda bulunan şeyi görmek için, aynı doğrultuda bulunmak lâzım ise de, yanında olmıyanı görmek için lâzım değildir. Uzakda olan birşey, insanın bir cihetinde olmadığı gibi, görülmesi de bir yanda olmaz. Görmeden önce, bir cihetde olmıyan şey, görürken de bir cihetde olmaz. Anlaşılamıyan birşeyi görmek de, anlaşılamıyacak hâlde olur. Maddeli olan, maddesiz olanı anlıyamaz. Arabî mısra’ tercemesi:
Sultânın bol hediyyelerini, onun vâsıtaları taşıyabilir.
Anlaşılamıyanın görülmesini, anladığımız şeylerin görülmelerine benzetmek yanlış olur. İnsâfsızlık olur. İnsanı doğruluğa kavuşduran yalnız Allahü teâlâdır.