Hâdiseleri değil de, propagandaları yazan ve hakîkatlere değil de, siyâsî menfe’atlere koşan ba’zı târîhciler, islâmiyyete ve islâm büyüklerine, körü körüne hakâret etmekde hâlâ inâd ederken, fen adamları, fen bilgileri, islâmın büyüklüğünü, doğruluğunu, gün geçdikce dahâ yakından görmekde ve anlamakdadır].
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmda herşeyin bir nümûnesini, misâlini yaratmışdır. Onda birçok sıfatlar, latîfeler, kuvvetler vardır. Allahü teâlâ, Onu yaratmadan çok önce, Onun bir latîfesini, bir sıfatını, uzun zemân için âlem-i misâlde Onun şeklinde yaratmış, Onun ismini vermiş, Onun bütün işlerini ve kıyâmete kadar olacak evlâdlarını, ismleri ile birlikde, âlem-i misâlde meydâna çıkarmışdır. Hepsi zemânlarında yaşamışdır. Hattâ Cennetlik veyâ Cehennemlik olmuşlar, kıyâmetleri kopmuş, hesâbları görülmüş, Cennete ve Cehenneme gitmişlerdir. Allahü teâlânın dilediği çok uzun zemân sonra, Âdem aleyhisselâmın sıfatlarından ve latîfelerinden başka birisi, yine âlem-i misâlde, evvelki gibi yaratılıp, bunun da vakti temâm olunca sıfatlarından ve latîfelerinden, üçüncüsünün devresi başlamışdır. Bunun devresi bitince, dördüncü sıfat, âlem-i misâlde gösterilmişdir. Böyle devâm etmiş ve bütün sıfatları ve latîfeleri temâm olunca, en son, bütün sıfatları ve latîfeleri kendisinde toplamış olan Âdem “aleyhisselâm”, âlem-i şehâdetde, ya’nî madde âleminde yaratılmışdır. Allahü teâlâ, kendisini kıymetli eylemişdir. Önceden gelen yüzbinlerce Âdemler, hep bu Âdem aleyhisselâmın parçaları ve başlangıçlarıdır. [Güneş doğmadan önce, ziyâsının sıfatlarının yavaş yavaş görünmesi gibidir.]
Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh”, kırkbin sene önce ölen dedesi, âlem-i şehâdetdeki dedesinin latîfe ve sıfatlarından birinin, âlem-i misâldeki varlığı idi. Kâ’be-i mu’azzamayı âlem-i misâlde tavâf etmişdi. Çünki, her şey gibi, Kâ’benin de âlem-i misâlde sûreti, benzeri vardır. Bu fakîr, [ya’nî İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”] çok düşünüyor, araşdırıyorum, âlem-i şehâdetde, bir Âdemden başka göremiyorum. Âlem-i misâldeki görünüşlerden gayrı birşey bulamıyorum. Kırkbin sene önce yaşadığını söyleyen kimsenin, ben senin dedelerinden biriyim, demesi de gösteriyor ki, Âdem aleyhisselâmdan önce bulunan Âdemler, Âdem aleyhisselâmın latîfelerinin ve sıfatlarının görünüşleridir. Âdem aleyhisselâmdan başka birer varlık değildirler. Çünki, başka Âdemin oğulları, bu Âdem aleyhisselâmın oğullarının dedesi olamaz.
Kalbleri hasta, bilgileri az olan ba’zı kimseler, bu vak’a ve benzerlerini işitince, tenâsüh sanıyor. Böylece âlemin kadîm olduğunu, yokdan var edilmediğini söylüyorlar ve tekrâr yok olacağını, kıyâmetin kopacağını inkâr ediyorlar. Kendilerini, şeyh, mürşid olarak tanıtan ba’zı dinsizler, tenâsüha inanıyor. Rûhlar olgunlaşmadan önce, bir bedenden ayrılınca, başka bir bedene geçer. Kemâle geldikden sonra, insanlara gelmezler, tenâsüh yolu ile olgunlaşmış olurlar, diyor ve tenâsühü gösteren birçok hikâyeler uyduruyorlar. Hâlbuki tenâsüha, ya’nî ölen insan rûhunun başka bir çocuğa geçerek tekrâr dünyâya gelmesine inanmak küfrdür. Tenâsüh vardır diyen, dîn-i islâma inanmamış olur. Ya’nî, müslimânlıkdan çıkar. Anlamıyorlar ki, tenâsüh ile rûhlar kemâle gelirse, Cehennem kimler için olur, kimler azâb görür? Buna inanmak, Cehennemi inkâr etmek ve hattâ öldükden sonra tekrâr dirilmeğe inanmamak olur. Zîrâ onlara göre, rûhun olgunlaşmasına vâsıta olan bedene ihtiyâcı kalmamışdır ki, bedenle haşr olunsun. Bu yalancı şeyhlerin sözleri, tıbkı, eski felsefecilerin [ve şimdiki spritizmacıların, medyumların] sözlerine benziyor. Eski felsefeciler, bedenlerin tekrâr dirileceklerine inanmıyordu. Cennet ni’metleri ve Cehennem azâbları yalnız rûhlara olacak, diyordu. Bunlar, o felsefecilerden de dahâ fenâdır. Çünki, onlar tenâsühu red edip, azâbın sâdece rûha olacağını söyliyorlar. Bunlar ise, hem tenâsüha inanıyor, hem de âhıret azâbını inkâr ediyor. Bunlara göre azâb, sâdece dünyâdadır ve rûhların temizlenmesi içindir. [Cinnin heykellere, hasta ve çocuklara girerek konuşdukları görülmüşdür. Böyle konuşanları iki rûhlu sanıyorlar. Böyle sanmak da, tenâsüha inanmak demekdir.]