Bilmiyerek alıp vermek de günâhdır. Çünki, (İnsanın, başına gelen her işin, dindeki ilmini öğrenmesi vâcibdir). Yok etmek niyyeti ile, kalp para almak sevâbdır. Ayârı bozuk ma’den paraları yok etmemeli, söyliyerek emîn kimselere, hükûmete vermelidir. Hîle edecek kimselere vermesi, silâhı yol kesene satmağa benzer ki, harâmdır.
Ziyânın ikinci dürlüsü, alış-veriş edilen kimseye yapılan zarardır. Zarar veren her iş, zulm olur. Zulm ise harâmdır. Her müslimân, kendisine yapılmasını istemediği birşeyi, kâfirlere dahî yapmamalıdır.
Başlıca dört şey yapmamak lâzımdır:
1 — Satılan malı, olduğundan aşırı medh etmemelidir. Çünki, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulm etmiş olur. Hattâ, doğru olarak da, müşterînin bildiği şeyi söylememelidir. Çünki, bu da fâidesiz söz olur. Kıyâmet günü her sözden süâl olunacakdır. Beyhûde söyliyenler, hiç özr bulamıyacakdır. Yemîn ile satmağa gelince, yalan yere yemîn etmek harâmdır. Ya’nî büyük günâhdır. Doğru yemîn ederse, az birşey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Alış-verişde vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemîn edenlere ve san’at sâhiblerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmıyanlara yazıklar olsun!). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Malını yemîn ederek beğendiren kimseye kıyâmet günü merhamet edilmiyecek, acınmıyacakdır). Yûnüs bin Abîd “rahmetullahi teâlâ aleyh” ipekli kumaş tüccârı idi. Malını satarken hiç medh etmezdi. Çırağı, birgün, kumaşı gösterirken, müşterînin yanında, (Yâ Rabbî! Bu Cennet kumaşından bana da nasîb et!) deyince, Yûnüs, bu sözün kumaşı medh etmek olacağını düşünerek, kumaşı kaldırıp satdırmadı.
2 — Malın aybını, müşterîden gizlememeli, hepsini, olduğu gibi göstermelidir. Kusûru gizlemek, hıyânetdir. Mü’mine, nasîhat etmemekdir. Zâlim, âsî olmakdır. Malın iyi tarafını göstermek, karanlıkda göstermek zulm, hîle olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buğday satan birisinin buğdayına, mubârek parmaklarını sokup, içinin yaş olduğunu görünce, (Bu nedir?) buyurdu. Yağmur ıslatmışdır deyince, (Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden, bizden değildir) buyurdu. Birisi, üçyüz dirhem gümüşe bir deve satdı. Devenin ayağında ârıza vardı. Eshâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân” Vâsile bin Eska’ orada idi. O ânda dalgın idi. Devenin satıldığını anlayınca, alanın arkasından koşup, devenin ayağı ârızalıdır dedi. Müşterî deveyi geri getirip, parasını aldı. Bâyı’, satışımı niçin bozdun? deyince, Vâsile dedi ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Satılan birşeyin kusûrunu gizlemek halâl değildir. O kusûru bilip söylememek de, kimseye halâl değildir.) Vâsile yine dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizden söz aldı ki, müslimânlara nasîhat edelim. Onlara merhamet edelim. Malın kusûrunu saklamak, nasîhat etmemek olur. Satıcıların, kusûr saklamamaları çok gücdür. Büyük cihâd demekdir. Bu cihâdı kazanmak için, mal alırken dikkat etmeli, kusûrlu mal almamalıdır. Eğer kusûrlu mal alırsa, müşterîye söylemeği niyyet etmelidir. Eğer aldanırsa, ziyân etmiş olur. Başkasını da ziyâna sokmamalıdır. Kendisi, başkasına incinince, başkalarını da kendinden soğutmamalıdır. Şunu iyi bilmelidir ki, hîle ile rızk artmaz. Belki, malın bereketi gider. Hîle ile azar azar birikdirilen şeyler, ânsızın gelen bir felâketle, birden bire giderek geride yalnız günâhları kalır. Nitekim bir sütcü, süte su katardı. Birgün, ânsızın sel gelip, ineği boğdu. Adam şaşkın bir hâlde düşünürken, çocuğu dedi ki, katdığımız sular birikerek, gelip ineği götürdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ticârete hıyânet karışınca, bereket gider). Bereket demek, az malın çok fâidesi olmak, çok işe yaramak demekdir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin râhat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar. Bereketli olmıyan, çok mal vardır ki, sâhibinin dünyâda ve âhıretde felâketine sebeb olur. O hâlde, malın çok olmasını değil, bereketli olmasını istemelidir.