Harâmı halâl ve halâli harâm yapmak için, yâhud birinin hakkına mâni’ olmak veyâ haksız mal ele geçirmek için, (Hîle-i bâtıla) yapmak câiz değildir. Hanefî ve Şâfi’î mezheblerinde, (Hîle-i şer’ıyye)nin câiz olması, harâm bir işi yapmağa izn vermek değildir. Bir hâkime, bir da’vâ geldiği zemân, bunda hîle olduğunu bilmezse, lâzım gelen hükmü vermesi câiz olur. Hîle olduğunu bilerek hükm verirse günâha girer. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “radıyallahü anh”, müslimânlara böyle hîle öğreten müftî hicr olunur dedi. Evet, İmâm-ı a’zam, hîle-i şer’ıyye yapılması câiz olur buyurmuşdur. Fekat bu söz, islâmiyyete uymıyan sebeblerin kullanılmasına izn vermek değildir. Böyle sebeb kullanınca, bundan hâsıl olacak hükm mu’teber olur demekdir. Meselâ fâsid bey’ yapmak câiz değildir, harâmdır. Fekat fâsid bey’ yapılınca, bunun ahkâmına uymak lâzım olur. Cum’a ezânı okununca bey’ yapılması da böyledir. Iyne satışının harâm kısmını yapmak da böyledir. Harâm sebeble yapılan hîleden hâsıl olan hükme uymak, Şâfi’î mezhebinde de lâzımdır. Mâlikîde ve Hanbelîde lâzım değildir. Nisâba mâlik kimsenin, bir sene temâm olmadan önce, malını güvendiği birine temlîk etmesi, sene temâm oldukdan sonra geri alması, böylece zekâtın farz olmasına mâni’ olmak için hîle yapması, Hanefîde de câiz değildir. Bir kimse, kadını nikâh etmişdim diyerek, iki yalancı şâhid gösterse, kadın inkâr etse de, onun zevcesi olur. Fekat, bu hükmün hâsıl olması için, yalancı şâhid kullanmak harâm olur. Ödünç vermekde fâizi, mu’âmele satışı şeklinde câiz yapmak da böyledir. Bid’atdir. [Ödünç alırken fâiz vermesi îcâb edenin, mu’âmele satışı yaparak fâiz cezâsından kurtulacağı, üçüncü kısmda, 12. ci maddenin üçüncü sahîfesinde bildirilmişdi. Bu fetvâ, nafaka temîninden âciz olup, fâizsiz karz-ı hasen vereni bulamıyan kimse içindir. Ya’nî, fâiz ile ödünç almak zarûreti bulunan fakîri fâiz günâhından korumak içindir. Yoksa, herkes mu’amele satışı yapmak sûreti ile, fâiz vererek ödünç alabilir demek değildir.] Böyle sözleşmelerde, elfâz değil, ma’nâ mu’teberdir. Harâmı halâl yapmak için (Hîle-i bâtıla) yapmak yehûdîlerin âdetidir.)
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de altıncı cüz’de diyor ki, (Harâmdan kurtulmak için, halâla kavuşmak için hîle-i şer’ıyye yapmak câizdir ve iyidir. Böyle hîlenin câiz olmasına sened, Sâd sûresinin kırkdördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerîme, Eyyûb aleyhisselâm, zevcesine yüz sopa vurmağa yemîn edince, bu yemîni yapmakdan kurtulması için yapılacak hîle-i şer’iyyeyi bildirmekdedir.) (Eşi’at-ül-leme’ât)da had cezâlarında diyor ki: Sa’îd bin Sa’d dedi ki, babam Sa’d, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zinâ yaparken yakaladık dedi. (Buna, üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!) buyurdu. Böylece, bir vurmakla, yüz sopa vurulmuş, had cezâsı yapılmış olur. Eşi’a tercemesi, hîle-i şer’ıyyenin câiz ve lâzım olduğunu göstermekdedir.]
Ey gönül, yakdı vücûdüm, o gizli nârın senin,
fışkırıp çıkdı semâya ah ile zârın senin!
Çok garîb bir divânesin, niçin hiç uslanmazsın?
Herkesin rüsvâsı oldun, yokmudur ârın senin?
Ebedî aşk tuzağına düşdüğün günden beri,
meyvemi verecek aceb, soldu behârın senin?
Alamadı hiçbir kimse, sonsuz sırrından haber,
saçmadı bûy-i letâfet, misk-i tâtârın senin.
Haklısın sen! Kıssa-i cânânı izhâr eyleme!
Tatmadan anlamaz aşkı, yâr-u agyârın senin!