Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Dâr-ül-harbde ya’nî Avrupada, Amerikada, kâfirlerin kurduğu ve yalnız kâfirlerden fâiz alan bir bankaya para yatıran bir mü’minin, bu paranın fâizini bankadan alarak ihtiyâclarına harc etmesi halâldir. Bankaya para yatıran bir kimse, banka ile ortaklaşa, parasını fâiz ile işletmeğe vermiş oluyor. Bu bankadan ödünc para alıp fâiz verenlerin hepsi müslimân veyâ zimmî ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak harâm olur. Bankadan para alıp fâiz verenler, müslimân ve harbî kâfir karışık ise, o bankadan alınan fâiz ve hizmet karşılığı alınan ma’âş mekrûh olur. Müslimân veyâ zimmî müşterîsi çok ise, harâma yakın, harbî kâfir müşterîsi çok ise, halâle yakın mekrûh olur. Meşîhat-i islâmiyyenin İstanbulda çıkardığı (Cerîde-i ilmiyye) kitâbının 29 Şubat 1336 ve 9 Cemâzil-uhrâ 1338 târîh ve ellibeşinci sayısının binyediyüzkırkdördüncü sahîfesinde yazılı fetvâda da, (Dâr-ül-harbde kâfir bankasına para yatırıp, bankadan fâiz almak, şer’an halâl olur) buyurulmuşdur. Bankada çalışarak ma’âş almak da, böyledir.
Hiçbir memleketde, hiçbir kimseden ve bankadan ve kooperatifden, zarûret olmadıkca, hiçbir sebeb ile ödünc para alıp fâiz ödemek câiz değildir. Zarûret başkadır, ihtiyâc başkadır. Zarûret, kendinin veyâ nafakası lâzım olanların aç, susuz, çıplak veyâ sokakda kalarak hasta olması demekdir. Zarûret olunca, ya’nî ölümden veyâ hastalıkla, bir uzvun yok olmasından korku olunca, halâl yollardan, fâizsiz olarak, zarûretin giderilmesine çalışılır. Halâl yol bulunamazsa, fâizle ödünc alınıp, bununla zarûret giderilir ise de, sonra, ihtiyâcdan fazla birşeye para sarf etmeyip, borcunu bir ân önce ödiyerek fâizden kurtulması farzdır. Kirâ ile ev tutmak varken, ev satın almak zarûret değildir. Ticâret, san’at için sermâye bulmak da zarûret değildir. Zarûret hâlinde olana da fâiz ile ödünc vermek harâmdır [Eşbâh]. Harâmdan kurtulmak için, buna mu’âmele ve îne yolları ile ödünc verilir, denilmişdir. Böyle, farzı yapmamakdan veyâ harâm işlemekden kurtuluş yolu aramağa (Hîle-i şer’ıyye) denir.
Din câhilleri, gençleri aldatmak için, burada da yalan söylüyorlar. İslâmiyyetde fâiz vermek olmadığı için, müslimânlar, ecnebîlerden fâizle para alıp, millî servetimiz yabancılara gidiyordu diyorlar. Hâlbuki, müslimânlar, kimseden, fâizle ödünc almazdı. Bunun, zinâdan dahâ kötü, büyük günâh olduğunu bilirdi. Müslimânlar, birbirlerine, fâizsiz ödünc verirlerdi. Böylece, büyük şirketler ve fabrikalar kurulurdu. Kimse fâizle para almağa mecbûr kalmaz ve hâtırından bile geçirmezdi.
Banka nedir? İslâmiyyetde banka olur mu?
Banka, aşağıdaki işleri yapan bir şirketdir:
1 — İstenildiği zemân ödemek şartı ile az bir fâizle (va’desiz) para alır.
2 — Mu’ayyen bir zemân sonra ödemek üzere, va’desiz olandan fazla fâiz ile (va’deli) para alır.
3 — Fâizini her ay başında ödemek üzere (taksîtli va’deli) para alır.
4 — Merkez bankaları banknot, ya’nî kâğıd para çıkarmak vazîfesi de görür.
5 — Fabrikalara, şirketlere hissedâr olur. Onlara sermâye te’mîn eder.
6 — Arsa, bağ, tarla satın alıp satar ve binâ yapıp satar. İslâm bankası, her çeşid malı satın alıp, veresiye satar.
7 — Kıymetli eşyâyı, aksiyon [ya’nî hisse senedi] ve obligasyon [tahvîl senedi] rehn alarak ve temeli atılmış binâlar, arsalar ve kredi [i’tibâr] karşılığı olarak fâiz ile ödünc para verir.
8 — Va’deleri gelmemiş para senedlerini, bonoları, iskonto [tenzîl] yaparak öder. İslâm bankası bunu yapmaz. Çünki harâmdır.
9 — Va’deleri gelen senedlerin paralarını borcludan toplayarak alacaklıya verir.
10 — Değerli maddeleri saklamaları için, kasaları şahslara kirâya verir.