27 — İKİNCİ CİLD, 46. cı MEKTÛB
Bu mektûb, mevlânâ Hamîd-i Bengâlîye gönderilmiş olup, Kelime-i tevhîdin üstünlüklerini ve islâmiyyetsiz Evliyâlık olamıyacağını bildirmekdedir:
Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Bu güzel kelime, zılleri, hakîkati ve islâmiyyeti içinde taşımakdadır. Sâlik, nefy [ya’nî (Lâ)] makâmında bulundukca, tâlib [yolcu] mertebesindedir. (Lâ)yı temâmlayıp, Allahü teâlâdan başka hiçbirşey görmeyince, yolu temâmlamış ve (Fenâ) makâmına yetişmiş olur. Nefyden sonra, isbât makâmına [ya’nî (İllallah) diyerek sülûkden cezbeye geçince, hakîkat mertebesine] gelir ve (Bekâ) hâsıl olur. Bu nefy ve isbât ile [(Lâ ilâhe) ve (İllallah) demekle] ve yolculuk ve hakîkat ile ve bu Fenâ ve Bekâ ile ve bu sülûk ve cezbe ile, (Vilâyet) [Evliyâlık] ismine kavuşur. Nefs, emmârelikden kurtulup, itmînâna kavuşur. Müzekkâ ve mutahhar olur [temizlenir]. Demek ki, Evliyâlık, bu güzel kelimenin ilk yarısı olan (Nefy ve isbât) sâyesinde ele geçmekdedir. Bu kelimenin ikinci kısmı, Peygamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalevât” sonuncusunun, Peygamber olduğunu göstermekdedir. Bu ikinci kısm, islâmiyyeti hâsıl etmekde ve kemâle getirmekdedir. Seyrin başlangıcında ve ortasında hâsıl olan islâmiyyet, islâmiyyetin sûretidir. İsm ve şeklden başka birşey değildir. İslâmiyyetin aslı, özü, vilâyet hâsıl oldukdan sonra ele geçer. Bu zemân, Peygamberlerin “aleyhimüssalevât” tam izinde gidenlere, onlara mahsûs olan (Kemâlât-i nübüvvet) hâsıl olur. Vilâyetin iki parçası olan, yolculuk ve hakîkat, islâmiyyetin hakîkatini ele geçirebilmek için ve Kemâlât-i nübüvvete kavuşabilmek için, sanki iki şart gibidir. Vilâyet, sanki, nemâzın abdesti ve islâmiyyet, nemâz gibidir. İbtidâda, sanki hakîkî [görünen, maddî] necâsetler temizlenmekde, hakîkatde ise, hükmî [maddeli değil, görünmez] necâsetler temizlenmekdedir. Böyle tam tahâret sâyesinde, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa elverişli olur. İnsanı Allahü teâlâya yaklaşdıran mertebelerin en sonu olan nemâzı kılabilecek bir hâl alır. Nemâz dînin direğidir ve mü’minin mi’râcıdır. Nemâz kılabilecek şekle girer.
Bu güzel kelimenin, bu ikinci kısmını, sonsuz bir deniz gibi gördüm. Bunun yanında, birinci kısmı, bir damla gibi görünüyor. Elbet, Peygamberlik kemâlâtı yanında, Evliyâlık kemâlâtı hiçbirşey değildir. [Atomun, güneşe nazaran ağırlığı ne olabilir?.] Sübhânallah! Ba’zıları, şaşı gibi iğri görerek, Evliyâlığı, Peygamberlikden üstün sanmış ve özün özü olan islâmiyyeti, kabuk gibi görmüş. Ne yapsınlar, islâmiyyetin yalnız sûretini, dışardan görebilmişler. Özü, kabuk sanmışlar. Peygamberlerin halk ile meşgûl olmalarını, noksânlık bilmişler. Bu meşgûllüğü, insanların birbiri ile görüşmeleri gibi sanmışlar. Evliyâlığı, Allahü teâlâya doğru ilerlemek olduğundan, dahâ üstün görmüşler. Vilâyet, nübüvvetden dahâ üstündür demişler. Bunlar bilmiyor ki, kemâlât-i nübüvvetde de yükselirken, vilâyetde olduğu gibi, Allahü teâlâya doğru ilerlemek vardır. Hattâ, vilâyetdeki ilerleme, nübüvvetdeki ilerlemenin bir sûreti, görünüşüdür. Nüzûl ederken [ya’nî geri inerken], vilâyetde de, nübüvvetde de, halk ile [mahlûklar ile] meşgûl olmak vardır. Fekat, bu meşgûl olmaklar birbirine benzemez. Vilâyetde, (Zâhir), [ya’nî beden ve his uzvları] halk ile olup, (Bâtın) [kalb, rûh ve diğer latîfeler] Allahü teâlâ iledir. Hâlbuki, Peygamberlikde, nüzûl ederken, zâhir de, bâtın da, hep halk ile meşgûl olur. Bütün varlığı ile, kulları Allahü teâlâya çağırmakdadır. Bu nüzûl, vilâyetdeki nüzûlden, dahâ tam ve kâmildir.
Bu büyüklerin halka teveccühleri, ya’nî halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi değildir. Halk, birbiri ile görüşürken, birbirlerine, ya’nî Allahü teâlâdan başkasına, düşkün, bağlı bir hâldedir. Bu büyükler ise, halk ile görüşürken, bunlara bağlı değildir. Çünki, bu büyükler, dahâ ilk adımda, Allahü teâlâdan başka şeylere bağlı olmakdan kurtulmuş, halkın Hâlıkına bağlanmışlardır. Bunların halk ile görüşmesi, halkı, Hakka doğru çekmek içindir. Allahü teâlânın beğendiği yola getirmek içindir. İnsanları, Allahü teâlâdan başka şeylere kul, köle olmakdan kurtarmak için,