Bir kerre Lâ ilâhe illallah demekle, Cennete girmek nasıl olur der. Bu güzel kelimenin bereketlerini, fâidelerini bilmiyorlar. Bu fakîr [ya’nî imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”] anlıyorum ki, bu güzel kelimeyi bir kerre söylemekle, bütün kâfirleri afv edip, Cennete gönderseler yeri vardır. Bu mukaddes kelimenin bereketlerini, fâidelerini, bütün mahlûklara, kıyâmete kadar bölseler, hepsini doyuracağını görüyorum. Hele, bu mukaddes, güzel kelimeye (Muhammedün Resûlullah) kelimesi de eklenerek, teblîg ve tevhîd, inci gibi, yanyana dizilirse ve risâlet vilâyete yaklaşdırılırsa, vilâyetin ve nübüvvetin bütün üstünlükleri ve yükseklikleri, bir araya toplanmış olur. Bu iki se’âdetin yoluna kavuşduran, bu kelimelerdir. Vilâyeti, zıllerin, akslerin karanlıklarından kurtaran, temizleyen, nübüvveti en yüksek dereceye ulaşdıran, bu kelimedir. Ey Allahımız! Bizi bu güzel kelimenin fâidelerinden mahrûm bırakma! Bizi bu kelimelerden ayırma! Bu kelimeyi tasdîk edici olduğumuz hâlde cânımızı al! Kıyâmet günü, bizleri bu kelimeyi tasdîk edenler arasında bulundur! Bu kelime hurmetine ve bu kelimeyi bildirenler “aleyhimüssalevât vetteslîmât vettehıyyât velberekât” hurmetine, bizleri Cennete sok! Âmîn.
Görüşün ve gidişin âciz kaldığı ve arzû, himmet kanatlarının düşdüğü ve her bilgi ve buluşun dışına çıkıldığı zemân, insanı, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) tevhîd kelimesinden başka, birşey ilerletemez. Bu kelimenin âgûşuna sığınmadan, oralarda yükselmek olamaz. Sâlik, bu güzel kelimeyi bir kerre söylemekle, o makâma yükseliyor. Bu yüksek kelimenin işâret etdiği hakîkat sâyesinde, o makâmdan yukarıya ilerliyor. Kendinden uzaklaşıp, Allahü teâlâya yaklaşıyor. O yolun en az bir parçası, bütün bu gökler küresinden katkat çokdur. Bu kelimenin üstünlüğünü buradan anlamalıdır. Bütün mahlûkların, bu kelime yanında varlığı hiç kalır. Duyulmaz bile. Büyük bir deniz yanında, bir damla kadar da değildir. Bu güzel kelimenin derecelerinin meydâna çıkması, söyleyenlerin derecelerine göre olur. Söyleyenin derecesi ne kadar yüksek ise, bu mukaddes kelimenin büyüklüğü, o kadar çok meydâna çıkar. Arabî şi’r tercemesi:
Güzelliği o kadar çok görünür,
ona bakış, ne kadar çok olursa.
Dünyâda bundan dahâ kıymetli, dahâ üstün bir arzû olmaz ki, insan, her bulunduğu yerde, [her işinde, her vazîfesinde] bu güzel kelimeyi tekrâr tekrâr söylemekle lezzet alsın ve haz duysun. Ammâ ne yapılabilir ki, bütün arzûlar ele geçmiyor. İnsanlarla konuşmak ve gaflete düşmek çâresiz oluyor.
30 — İKİNCİ CİLD, 94. cü MEKTÛB
Bu mektûb, Abdülkâdir-i Enbâlîye yazılmış olup, Fenâ ve Bekâyı anlatmakdadır:
Âlemlerin, her mahlûkun rabbi olan Allahü teâlâya hamd ederim. Peygamberlerin seyyidine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, en üstününe, salât, düâ ederim!
Bu fakîrin anladığına göre, mahlûkların hakîkatleri, aslları, ademler ile ismlerin ve sıfatların, ilm-i ilâhîdeki sûretleri, görünüşleridir. Bu sûretler, ademlere aks etmiş, onlarda görünmüşdür. [Adem, yok demekdir.] Her kötülük, her kusûr ademlerden hâsıl olur. Bu ademler, felsefecilerin dediği Heyûlâ gibidir. Bunlara aks eden sûretler de, felsefecilerin sûret dediklerine benzer. Ademler, birbirlerinden, üzerlerine aks etmiş olan sûretler ile fark olunur, ayrılır. Bu akslerin, ademlerle birleşmesi, sûretin heyûlâda yerleşmesi gibidir. Bu aksler de, ademlerle birleşdikleri için, birbirlerinden farklı olmuşdur. Bunların birleşmesi, sıfatların cism ile birleşmesi gibi değildir. Sûretin, heyûlâ ile birleşmesi gibidir. Heyûlâ, sûret vâsıtası ile tanınabilmekdedir.