44 — İKİNCİ CİLD, 42. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Mirzâ Hüsâmeddînin oğlu hâce Cemâleddîn Hüseyne yazılmış olup, nihâyetin, âfâk ve enfüsün dışında olduğunu bildirmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği O büyük Peygambere “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” düâ ve selâm olsun. Onun kıymetli olan Âline, akrabâsına ve yüksek olan Eshâbına “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, kıyâmete kadar düâ ve selâm olsun!
Bir sâlik niyyetini düzeltdikden ve kendini dünyâ arzûlarından kurtardıkdan sonra, Allahü teâlânın ismini zikr etmeğe başlar ve güc riyâzetler çeker [(Riyâzet) nefsin arzûlarını yapmamak demekdir] ve şiddetli, ağır mücâhedeler yapar [(Mücâhede) nefsin istemediği şeyleri yapmakdır] ve tezkiye hâsıl eder [ya’nî nefsi temizlenir] ve kötü huyları iyi huylara döner ve günâhlarına tevbe eder ve Allahü teâlâya dönmek nasîb olur, dünyâ sevgisi kalbinden çıkar ve sabr, tevekkül ve rızâ hâsıl olur ve bu kazandıklarının ma’nâlarını, işâretlerini yavaş yavaş ve sıra ile, âlem-i misâlde görmeğe başlar ve bu âlem-i misâl aynasında kendini insanlığın kirlerinden ve insanlık sıfatlarının aşağılıklarından temizlenmiş görürse, (Seyr-i âfâkî)yi [ya’nî kendinin dışında ilerlemeği] temâmlamış olur. Ba’zıları, bu yolculukda ihtiyâtlı davrandı. İnsanın yedi latîfesinden her birini âlem-i misâl aynasında, renkli bir nûr olarak gördüler. Her latîfenin temizlendiğini, kendi nûrunun, âlem-i misâlde görünmesiyle anladılar. Bu seyre [yürüyüşe] kalb ismindeki latîfeden başladılar. Yavaş yavaş ve sıra ile, latîfelerin sonuncusuna ilerlediler. Meselâ sâlikin kalbinin temizlendiğinin alâmeti olarak, (Âlem-i misâl) aynasında, kırmızı nûrun görünmesini kabûl etmişlerdir. Rûh ismindeki latîfenin temizliğinin alâmeti, sarı nûrdur. Böylece, beş latîfenin temizliğini gösteren beş nûr vardır. Demek oluyor ki, seyr-i âfâkîyi temâmlıyan bir sâlik, sıfatlarının ve ahlâkının değişmesini âlem-i misâl aynasında görüyor. Kendindeki zulmetleri, kötülükleri, o âlem aynasında his ederek temizlendiğini anlıyor. Sâlik bu yürüyüşde, her ân, hâllerindeki değişikliği, âlem-i misâlde görüyor. Kendindeki değişiklikleri haber veren o âlemdeki değişiklikleri görüyor. Âlem-i misâl âfâkdandır. [Ya’nî insanın dışında bulunan şeylerdendir.] Böylece insan, âfâkda ilerlemiş oluyor. Evet sâlik, hakîkatde kendinde seyr etmekde, değişiklik yapmakdadır. Ya’nî, onun sıfatlarında ve ahlâkında keyfî, kalitatif bir hareket olmakdadır. Fekat, o, bu hareketini âfâkda görmekdedir. Kendinden haberi yokdur. Bunun için, seyr-i âfâkî denilmişdir. Âfâkda olan bu seyr temâm olunca, seyr-i ilallah temâm olmuş olur. Fenâ hâsıl olmuş olur demişlerdir ve bu seyr-i ilallaha, (Sülûk) demişlerdir.
Bundan sonra olan seyre, (Seyr-i enfüsî), (Seyr-i fillah) derler. Bu seyrde, (Bekâ-billah) hâsıl olur derler. Bu makâmda, sülûkden sonra, cezbe hâsıl oluyor derler.
Sâlikin latîfeleri, birinci seyrde, tezkiye bulduğu, insanlık kusûrlarından temizlendiği için, bu latîfeler, sâlikin rabbi [terbiye edicisi, yetişdiricisi] olan ism-i ilâhînin akslerini, zıllerini, kendilerinde gösterecek bir ayna gibi olmuşlardır. Bu ismin çeşidli kısmlarının tecellîsine, görünmesine ayna olmuşlardır.
İkinci seyre, enfüsî şunun için denir ki, sâlikin enfüsü, ya’nî kendisi, ismlerin akslerine, zıllerine ayna olmuşdur. Yoksa sâlik, kendinde seyr etmekde değildir. Nitekim seyr-i âfâkîye de, âlem-i misâl ayna olduğu için, Seyr-i âfâkî denmişdi. Yoksa, sâlik âfâkda seyr etmiyordu. Bu ikinci seyr, hakîkatde, enfüs aynalarında ismlerin zıllerinin, hayâllerinin seyridir. Hattâ bunun için, (Âşıkda ma’şûkun seyri) demişlerdir. Fârisî beyt tercemesi:
Hareket eden, ayna değildir,
aynadaki sûretlerdir.