Kalbin temizliğini âlem-i misâlde anlamak ve bu temizliği, âlem-i misâlde kırmızı nûr olarak görmek de böyledir. Niçin kendi vicdânına bırakmıyor ve değişikliklerini ve temizliğini kendi firâseti ile anlamıyor. Meşhûrdur ki, birisi oniki sene tabîbe muhtâc olmamış, hâllerindeki değişikliği kendi vicdânı ile anlamışdır. Sıhhatini ve hastalığını kendi firâseti ile bilmişdir. Evet, seyr-i âfâkîde, ilmler, ma’rifetler, tecellîler ve zuhûrlar çok olur. Fekat, bunların hepsi zıllerin görünüşüdür. Misâllerle, hayâllerle avunmakdır. Ba’zı mektûblarda bildirdiğimiz gibi, seyr-i enfüsî zıllere, akslere bağlıdır. O hâlde, Seyr-i âfâkî, zıllerin zılline bağlı olur. Çünki, âfâk, enfüsün zılleri gibidir ve enfüsü gösteren ayna gibidir. Enfüsdeki değişiklikleri, âfâk aynasında görmek ve latîfelerin temizlenmesini ve sıfât-ı ilâhiyye ile sıfatlanmasını âfâk aynasından anlamak, insanın rü’yâda, âlem-i misâlde kendini pâdişâh görmesine veyâ zemânın kutbu görmesine benzer. Hâlbuki, ne pâdişâhdır, ne de kutb olmuşdur. Bu rü’yâdan, onun, hâricde, uyanık iken de pâdişâh ve kutb olabileceği anlaşılır. Tezkiye [latîfelerin temizlenmesi] seyr-i enfüsîde olur. Seyr-i âfâkîde görülen bu tezkiyenin kâbil ve mümkin olmasını haber verir. Seyr-i enfüsîde kendini temiz görmedikce ve vicdânı ile, kendini temizlenmiş bulmadıkca, Fenâ hâsıl olmaz. Makâmât-i aşereye kavuşamaz. Yedi hâlden eline ancak hava girer. Görülüyor ki, Seyr-i enfüsî de, Seyr-i ilallahın içindedir. Seyr-i ilallahın temâmlanması ile, Fenânın hâsıl olması, Seyr-i enfüsînin temâm olmasına bağlıdır. Seyr-i fillah, Seyr-i enfüsîden çok sonra hâsıl olur.
Ey mes’ûd insan! Seyr-i enfüsîde, insanın kendine olan bilgisi ve sevgisi kalmadığı için, kendine bağlılığı da kalmaz. Bunun sonucu olarak, başkalarına bağlılığı da yok olur. Çünki, kendine bağlı olduğu için, başkalarına da bağlanmışdır. O hâlde, Seyr-i âfâkî, Seyr-i enfüsînin altında yapılmakdadır. Sâlik, yalnız Seyr-i enfüsîyi yapınca, hem kendine bağlılıkdan, hem de başkalarına bağlanmakdan kurtulur. İşte bu söylediklerimizden, Seyr-i enfüsînin ve Seyr-i âfâkînin ma’nâsı kolayca anlaşıldı. Çünki, enfüsde seyr, âfâkda da seyrdir. Kendine olan bağlılıkları yavaş yavaş ortadan kaldırmak, enfüsde seyrdir. Seyr-i enfüsî yaparken, âfâka olan bağlılıkların çözülmesi de, seyr-i âfâkîdir. Hâlbuki başkalarının anlatdığı seyr-i âfâkî ve Seyr-i enfüsîyi açıklamak güçdür. Evet, doğru olan şeylerde güçlük olmaz.
Seyr-i enfüsîde, sâlikin latîfeleri aynasında, Allahü teâlânın ismleri ve sıfatları görünüyor diyorlar. Buna tahliyeden [boşaltmakdan] sonra doldurmak diyorlar. Bu görünenler, hakîkatde ismlerin ve sıfatların zıllerinden bir zıllin görünüşüdür. Önce ismlerin ve sıfatların zıllerinden bir zıl, tâlibin aynasında görünür. Onun zulmetlerini ve kötülüklerini temizler. Ya’nî, tasfiye ve tezkiye yapar. Bu tasfiye ve tezkiye, Seyr-i enfüsî temâm olunca hâsıl olur. Latîfeler tahliye olup, ismlerin ve sıfatların görünmesine elverişli olur. Seyr-i enfüsîde elde edilen (Tahliye), tasfiye ve tezkiyenin temâm olmasına bağlıdır. Seyr-i âfâkîde görünen tahliye, hakîkî tahliye değildir. Bunun için, seyr-i enfüsîde ismler ve sıfatlar görülmez. Demek oluyor ki, zılle kavuşmak, sevgiliden başka herşeyden ayrılmakdan önce olur. Ya’nî, sevgilinin zıllerinden bir zıl, sâlikin aynasında görülmedikce, sevgiliden başka şeylerden kesilmek olamaz. Fekat, sevgiliye kavuşmak, başkalarından kesilmekden sonra hâsıl olur. Şu hâlde, tesavvuf büyüklerinden, kavuşmak [peyvesten] öncedir diyenler, bir zılle kavuşmağı demek istemişlerdir. Kavuşmak sonradır diyenler ise, asla kavuşmağı bildirmişlerdir. Böylece, her iki tarafın ayrılığı, yalnız kelimededir. Şeyh Ebû Sa’îd-i Harrâz “kuddise sirruh” burada başka dürlü söylüyor ve (Kurtulmadıkca bulamazsın ve bulmadıkca kurtulamazsın! Hangisi önce olduğunu bilmiyorum) demişdir. Anlaşılıyor ki, zılli bulmak, kurtulmakdan öncedir. Aslı bulmak kurtulmakdan sonradır. Burada şübhe edecek birşey yokdur. Nitekim sabâh vakti güneş doğmadan evvel, güneş ışınlarının zılleri görünüp, yer yüzünü karanlıkdan temizler. Zulmetler gidip, her taraf tasfiye buldukdan sonra, güneşin kendi doğar. Burada da, güneşin zıllinin görünmesi, zulmetlerin gitmesinden öncedir ve güneşin doğması, zulmetlerin tahliyesinden ve zıllin tasfiyesinden sonradır. Fekat, burada zulmetlerin tahliyesi ve ortalığın tasfiyesi, zıllerin zuhûrundan önce olmuyor.