48 — İKİNCİ CİLD, 24. cü MEKTÛB
Bu mektûb, hâcı Muhammed Firketîye yazılmış olup, hiçbir maddenin Allahü teâlâya ayna olamıyacağını bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve seçdiği, beğendiği kullarına selâm olsun!
Bu fakîrlere karşı olan sevginizin, bağlılığınızın çokluğundan dolayı gönderdiğiniz kıymetli mektûb, bizleri pek sevindirdi. Bağlılığınız, sizi dâimâ, bağlandığınız ile berâber bulundurur. Onun nûrlarının size akmasına, aks etmesine sebeb olur. Bu büyük ni’mete, çok şükr etmelisiniz! (Kabz), ya’nî sıkıntı ve (Bast), ya’nî neş’e insanı uçuran iki kanad gibidir. Sıkıntı hâsıl olunca, üzülmeyiniz. Neş’eli olunca da, sevinmeyiniz!
Her yerde, herşeyde Allahü teâlâyı görmek istediğinizi yazıyorsunuz.
Sevgili yavrum! Kulun, kölenin arzûsu ve emrleri unutması olur mu? Kulun istekleri, kendi kısa görüşü kadar olur. Herşeyde Allahü teâlâyı görmek arzûsu, kısa görüşlü olmakdandır. Bu cismler, maddeler, Allahü teâlâya ayna olabilir mi? Bu mahlûklar aynasında görünen, ancak Onun sıfatlarının sayısız akslerinden biridir. Allahü teâlâyı, verâların verâsı [uzakların uzağı] olarak aramak lâzımdır. İnsanın içinden ve kendinden başka şeylerden uzakda, dışarda aramalıdır. Sizin şimdi ilerlediğiniz derece, arzûnuzun çok üstündedir. Sakın, başkalarına bakarak, geriye dönmeyiniz ve yüksekden, aşağıya düşmeyiniz! Bu büyüklerin yolu, çok yükseklere gider. Allahü teâlâ, yükselmek istiyenleri sever. Onu bir ân unutmamanıza ve herkesle iyi olmanıza düâ ederim!
49 — ÜÇÜNCÜ CİLD, 67. ci MEKTÛB
Bu mektûb, mîr Mensûr için yazılmışdır. Kâinâtın hakîkatini bildirmekde ve kendi keşfi ile Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin keşfi arasındaki farkı açıklamakdadır:
Gördüğümüz ve geniş, düz, uzun ve yassı olarak anladığımız bu Kâinât, ya’nî bütün varlıklar, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre ve Onun izinde bulunanlara göre, hâricde mevcûd olan, var olan tek bir varlıkdır. Bu tek varlık Allahü teâlânın kendisidir. Kâinât, bu tek varlığın zuhûrudur, görünüşüdür derler. Bu kâinâta (Zâhir-i vücûd) dediler. Allahü teâlânın ilminde bulunan çeşidli sûretler, bu tek varlığa aks etmiş, burada çeşidli şekllerde görünmüşlerdir derler. İlmdeki bu şekllere (Bâtın-ı vücûd) ve (A’yân-ı sâbite) demişlerdir. Tek ve basît olan o varlık, geniş, uzun, yassı gibi şekllerde hayâl olunmakdadır. Câhil olsun, âlim olsun, herkesin gördüğü çeşidli şekller, Allahü teâlâdır. Câhiller bu görünenleri âlem sanır. Hâlbuki âlem, ilm-i ilâhîden dışarı hiç çıkmamışdır. Hâricde var değildirler. Çeşidli şekllerde, sûretlerde ilmde bulunan âlem, ayna gibi olan vücûd-i ilâhîye aks etmiş, hâricde görünmüşdür. Câhiller, bu görünenleri, âlemin kendisi sanmışlardır derler. Molla Abdürrahmân Câmî “aleyhirrahme”, böylece buyuruyor ki:
Mahlûkları, eskidenberi,
çeşid çeşid ayırmakdayız.
Pek iyi anladık ki, hepsi,
birdir, O da Zât-i ilâhî!
Bu fakîrin [ya’nî imâm-ı Rabbânînin] keşfi ve i’tikâdı şöyledir ki, bu görünenler varlık değil, vehmdir. Allahü teâlâ, bu çeşidli mahlûklarını (Mertebe-i vehm)de yaratmışdır. Hepsini çeşidli şekllerde, bu mertebede durdurmakdadır. Görülen, duyulan, bilinen herşey, mahlûkdur. Tesavvuf yolcularından birçoğu, bunları vâcib, [ya’nî Allahü teâlânın kendisi] sanmış, hakîkî varlık olarak görmüşler ise de, hepsi âlemdir. Hepsi mahlûkdur. Allahü teâlâ, ötelerin ötesidir. Onu hiç göremeyiz, bilemeyiz.