1249

Bundan sonra yazıyorsunuz ki, ilm-i ilâhîde bulunan şeylerin aslı vardır. Bu asl da, ilm ve belki âlimdir. Fekat, ademlerin aslı nedir? Cevâbında deriz ki, ademlerin aslı ve menşei, ilm-i ilâhîde birbirlerinden ayrılmış olan kemâlât-i ilâhîdir. Bu cevâbımız kime uygun gelmez?

Yine yazıyorsunuz ki, hakîkî kulluk, Onu sevmek ve Ondan başka herşeyden vazgeçmekdir. Ya’nî dünyâ gibi, âhıreti de terk etmekdir. Evet böyledir. Fekat herkes böyle olduğunu söyler. Doğru ile yalancıları ayıran alâmet, islâmiyyete yapışmakdır. Bu sevginin çokluğuna alâmet, sünnete [ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeye] çok yapışmak ve bid’atden çok kaçmakdır. Bu alâmetler bulunmıyan lâfları beğenmezler. Herşeyden vazgeçdim demelerini, hepsine sarıldım anlarlar.

Muhterem efendim! Düşüncelerin, vesveselerin çokluğundan şikâyet ediyorsunuz. Mahlûkâta ilm oldukca, vesvese de olur. Onları unutunca, vesveseler de kalmaz. O hâlde, eşyâyı bilmek ve unutmak üzerinde durmak lâzımdır. Herşeyden, her mahlûkdan Allahü teâlâya giden bir yol vardır. Çünki, her mahlûkun kendisi ve sıfatları Onun kudretinin eseridir. Bu eserlerin sâhibini bulan uyanık bir kimse, o gizli yolu ve o ma’nevî bağı görür, anlar. Eşyânın Allahü teâlâya delâlet etmesi, Onu göstermesi için, Onunla ittihâd etmesi, birleşmesi niçin lâzım olsun? Duman ateşi haber verir ise de, ateşle ne münâsebeti, ne ittihâdı var? Allahü teâlâyı çok seven, az bir alâka ve işâret ile hemen Ona döner. Hiçbirşey Onu unutmasına sebeb olmaz. Her gördüğü şeyi, kudretin eseri görüp, eser sâhibine döner. Bunun için, hiçbirşey, ârifi kendine çağırmaz, eser sâhibine çağırır. Ârifin kalb gözünü, kendinden, sâhibine aks etdirir, çevirir. Hâlbuki Allahü teâlâyı eşyâ ile ittihâd etmiş bilen zevallıları, herşey kendilerine çağırır. Kendilerine tutulmasına sebeb olup çeker. Kendilerini mahbûb, ma’şûk olarak gösterirler. Her çirkin şeytân, cilve ile, nâz ile kendini ma’şûk yapıp, sedd-i İskender gibi perde olur. Fârisî beyt tercemesi:

Güzeller yanaklarını saklamış, şeytân nâz ediyor,
Şaşırdım kaldım, hayretden, aklım gidiyor.

Mümkinin, mahlûkun varlığı ve kemâl sıfatları, o mukaddes mertebenin zılleri, aksleri ise, zılden asla yol vardır. Fekat zıl, asl değildir.

Bu fakîr, ârif kemâle geldikden sonra, bunun eşyâya olan ilmine hiçbir zemân ilm-i huzûrî demedim. İlm-i husûlî değildir dedim ise de, bu, ilm-i huzûrîdir demek değildir. Çünki, Allahü teâlânın eşyâya olan ilmi [ya’nî herşeyi bilmesi] huzûrî ve husûlî ilmlerden değildir. İlm-i ilâhînin, yalnız bir inkişâfıdır ki, bilinen şeyleri birbirinden ayırır. İlmde hiçbirinin sûreti hâsıl olmaz. Allahü teâlânın ilminde bulunan şeyler demek, ilm-i ilâhî ile birbirlerinden ayrılan şeyler demekdir. Bu şeyler, her nerede bulunursa bulunsunlar, Allahü teâlâya münkeşifdir [ilmine açıkdır]. Allahü teâlânın eşyâyı bilmesine ilm-i huzûrî veyâ ilm-i husûlî demek, tevhîd-i vücûd erbâbına uygun gelir. İşte bir ârif kemâle geldikden sonra, bunun ilmi de böyle olur. Herşey, nerde olursa olsun, ârifin ilmine münkeşif olur. Ârifin zihninde, sûretleri hâsıl olmaz. Bu ilm de, ne husûlîdir, ne de huzûrî. Herşeyi akllarına uydurmak istiyen, bu söze inanmaz ve kabûl etmez ise de, biz zâten onlara söylemiyoruz. Bunlar, zevk ile, tadarak bilinen şeylerdir. Vicdânî [ya’nî kalb ile bulunan] şeylerdir. Anlatarak inandırılacak, ilzâmî şeyler değildir. Bu ma’rifetin şaşılacak tarafı şudur ki, ilm, huzûrî değildir. Bilinen şeyin sûreti de hâsıl olmaz. Tatmadan bunlar anlaşılamaz.

Efendim! Nemâz, tecellîlerden, müşâhedelerden dahâ üstündür demenin sebebi şudur ki, muhakkak biliyoruz ki, Allahü teâlâ, bu tecellîden ve müşâhedelerden gayrıdır. Bunlara kapılıp kalmak, zıllere, hattâ benzerlere, misâllere bağlanıp kalmak olup, bunlar, matlûb değil, başka şeylerdir. Herşey, Allahü teâlânın aynıdır diyen, aşk serhoşudur. Matlûbun, maksadın kendinden haber veren, yalnız nemâzdır.

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.